10 Temmuz 2006

zinedine zidane


fransa'da ırkçılık ve ayrımcılık yanlıları artıyor. chirac yönetiminin bir türlü düşüremediği işsizlik oranları ve sosyal devlet sisteminin piyasalar üstündeki baskısının yarattığı sosyal tepkiler ise hep aynı yere yönleniyorlar: göçmenlere.

fransızlar, yabancılardan bıktılar. bu yalnızca mcdonalds'a karşı kitle hareketi başlatan o "sempatik" köylülerle açıklanabilecek bir şey değil, kimi fransızlar yabancı sermayeyi de, yabancı işçileri de topraklarında görmek istemiyorlar. global sermaye nasıl fransız topraklarında fransız işverenlerin ve burjuvazisinin tahtını, ucuz, kaliteli ve herkese hitap edebilecek mallarla rahatsız ediyorsa, fransız işçilerini ve işsizlerini de daha ucuza ve aynı oranda çalışabilecek göçmenler rahatsız ediyor. "fransız değerleri", diyorlar, "ayaklar altına alınıyor." bin senelik aynı yalan, muhafazakarlığa, geleneklere dönerek yalnızca bir ulusun evladı olmaklığınla modern çağı ve yaşamı yargılayabilme cüreti, sayfalarca dökümanla çıkıyor fransadan. işte en sonuncusunu biliyoruz, yalnız türkiye'ye karşı gösterilen burnu büyüklük ve hayatın gerçeklerinden kopukluk değil bunu anlamamızı sağlayan, ab anayasasını da reddedip, kendi sorunlarının temel kaynağı olan sosyal sistemlerini düzeltme gücünü ve basiretini dahi gösteremeyecek, herkes için iyi bir şey yaratmaktansa yalnızca kendileri için hayatın asla veremeyeceği şeyleri isteme gerçekdışılığıdır bu küstahlığın adı.

ama işte burada, gönderilmek istenen bu göçmenler; afrikalılar, mağripliler, fransa'ya bir umut için dünyanın her tarafından gelip yerleşenler, kendi ülkelerinin acılarından, ümitsizliğinden, işsizliğinden ve kafalarına bir bomba gibi düşen açlığından kaçarak yaşamlarını yaratmaya çalışanlar, fransız değerlerini ve fransa ismini dünyanın en tepesine çıkarttılar. dünya kupası final maçı, bunun dünyada yaşayan herkese gösterilmesidir. farklılıları yok etmek isteyebilirsiniz, yalnızca sizinle aynı ulustan olmadıkları için başka insanları üstünüze tapulu sandığınız ve yapma yaratma sınırlarla çevirdiğiniz o ülkeden kovmak için kampanyalar düzenleyebilir, üstlerine paranoyalarla döşenmiş ölüm senaryoları kusarak, çizmeleriniz altında ezmek için yürüyebilirsiniz, ancak bu öyle bir manzara ki yürürken dahi görürsünüz, kör gözleri bile açar bu, insanın aptallaştırdığı kafasını çalıştırır, bencilliğinden kudurmuş bir köpek gibi saldıran yaratıkları bile insanlaştırır. bunu nasıl atlayacağız? bu zenciler, bu "afrikalılar", bu "mağripliler" çalışarak, ter atarak, dövüşerek, savaşarak, bazen dünyanın en kötü, bazen en güzel futbolunu oynayarak, çim sahalar üstünde tepişerek, binlerce insanın sesini duya duya, yüreklerinde heyecan yarata yarata yollarını finale kadar açtılar ve şimdi, çok kültürlü, çok dinli, çok etnik yapılı takımlarıyla, uluslarının başaramadığı bir şeyi başarmak için çim sahaya çıktılar: dünyanın bir numarası olmak.

zinedine zidane, cezayirli bir ailenin oğlu. fransa'da başladığı futbol kariyerini dünyanı en büyük takımlarında ulaşılabilecek her zafere ulaşarak süsledi. şampiyonlar ligi şampiyonluğu, avrupa süper kupası, intercontinental kupası, uefa kupası, ispanya lig şampiyonluğu, italya lig şampiyonluğu, italya kupası, ispanya kupası, dünya şampiyonluğu. kariyeri insanı baştan çıkartır, delirmiş gibi bakarız, en değerli oyuncu ödülleri, en iyi oyuncu ödülleri başımızı döndürür. oyununa ise ruh hastası gibi bağlandık. juventus forması altında izlediğimde gözüm dönüyordu. yalnız kendi patenti haline getirdiği özel çalımları veya uzaktan çektiği o muhteşem şutları ile değil, hepimiz gördük, biliyoruz bu adam bir general gibi saha içinde yönetiyordu takımını.

şampiyonlar ligi finalinde, real madrid forması altında attığı döner tekme - vole karşımı şutun yarattığı sessizlik ve sonra gelen patlamanın gürültüsü gibi bir gürültü idi şu yaşadığımız bir kaç gün. her maçı, son maçı olan bir adam vardı dünya kupasında. her maç, hayatına bir gün eklemek kadar güçlü ve korkutucu bir çabayla sallanır gibi savaşarak kariyerine bir maç daha ekledi. 7 maç limitinde son ana geldi ve şimdi bu çok kültürlü, çok dinli takımın kaptanı olarak final maçına çıkıyordu. aklıma geldikçe benzetiyorum, işte orada orta geliyor, dünya kupası tam üstüne doğru uçuyor zizou'nun, vücudu geriliyor, kollarını açıyor, dönüyor, ayağı havaya kalkıyor, kramponları topla buluşuyor, gerilmiş yüz kasları ile orada, o an bir saniye duruyor, film duruyor, hayat duruyor, merakla bakıyoruz ne olacak?

o kadar kötü hayatlarımız var ki, güzel hikayeler duymaya muhtacız. bundan daha güzel bir hikaye mi olur? 34 yaşında, fizik olarak futbol hayatının en düşük seviyesinde bir adam var sahada. dünya kupası finaline çıkıyor. teriyle, emeğiyle kazanmış burayı, hep son derece şık oynamış, futbolu o kadar güzel ki, dudaklarımızda şarap tadı bırakıyor, başımız dönüyor, kendi hayatlarımızın üstünde yükselen güzel bir bahar havası gibi karşılıyoruz bunu. göçmenlere, yabancılara karşı şövenlikleriyle yükselen bir ulusun tam ortasında, yabancılara, farklılıklara tahammülsüz herkese karşı yükseliyor zidane; kramponu her seferinde topa değil bizim içinde yaşadığımız kapalı, muhafazakar, tahammülsüz, düşmanca korkulara vuruyor. kaybettiğimiz sevgililerimiz, kaybettiğimiz çocuklarımız, güçsüzlüğümüz, yıkılan hayallerimiz, son bulan aşklarımız, yok olan ümitlerimizin ve her şeyin ortasında bu adam her şeyi kazanıp, çalışa çalışa en son maçına çıkıyor işte. pes etmiyor, yorulmuyor, dinlenmiyor, yediği tekmelere, kariyerinin sonuna, adı etrafında kurulan bütün efsanelere ve eleştirilere aldırmadan bırakmayın diyor suratımızın ortasına doğru, "pes etmeyin". onun "devam" dediği yerde biz de güç buluyoruz, çocuklarımıza dahi anlatacağımız şu güzel romansı izlemenin heyecanıyla kalbimiz parçalanıyor, "hayatta güzel bir şey var" diye mutlu oluyoruz, kudretimiz yerine geliyor, kaslarımızın, yaşamımızın orada olduğunu hissediyoruz. 34 yaşında bu adam 20lik gençler gibi koşuyor, bırakmamış, çalışmış ve şimdi çalışmalarının karşılığını alıyor, hayatındaki bütün sorunlara, bütün aykırılıklara, cezayirliliğine ve dinine rağmen çalışa çalışa yarattığı kendi ismi etrafındaki efsane ile gösteriyor, "çalışmak özgürleştirir." almancası arbeit mach frei, almanyadayız, dünya tarihinin en büyük vandallığına ev sahipliği yapmuş bu yerin tam ortasında, kanlarla dolu hikayelerden bıkmış yüreklerimize yağmur gibi yağıyor zidane, `iyiler mutlaka kazanır`

gergin bir nefes.

final maçı. her şeyi bıraktım bu adamı izliyorum. bu adamı tutuyorum. bu adamın kazanmasına muhtacım. heyecandan yerimde duramıyorum. biri kulağıma güzel bir hikaye anlatıyor, bütün sıkıntılardan, bunaltılardan, iç karartıcı kötü haberlerden sonra güzel bir haber veriyor. dünyanın gördüğüm bütün sorunlarına kontrast bir renkte, özgürlüğün, kardeşliğin ve adaletin renkleriyle süslenmiş bir formayla sahaya çıkıyor işte. o kadar istiyorum ki kazanmasını, sanki o kazanınca herkes kazanacak, dünya daha adil bir yer olacak, daha az acı çekecek insanlar, sevgililer ayrılmayacak, hayaller geri gelecek, ağlayan çocuklar susacak, kaybettiğimiz ne varsa yeniden bulacağız, gökyüzünde güneş açacak.

maç başlıyor. ilk golü bu adam atıyor. yerimde duramıyorum. ev içerisinde zıplıyorum. zaferi yaşıyorum. olurmuş diyorum kendime, oluyor. oluyor. güzel bir hikaye de mümkün şu mavi gök altında.

mutlu, huzurlu bir nefes.

kafamda, bir hikaye planlıyorum. bu maç için yazacağım. bu maçın ne olduğunu, herkes için neler ifade ettiğini, şu dünya üzerinde nelere benzeyip, neleri ispatladığını göstereceğim. şu örnekten dünyaya dair umut dolu bir yazı çıkartacağım ve muştalayacağım bu adamın ismine. güzel bir hikaye ile sonlandıracağım bu geceyi, bir dünya kupası kalkacak, o elleriyle dünya kupasını tutarken biz yüreklerimizde dünyayı tutacağız. ben dünyaya sarılacağım.

italyanların golü geliyor. geriliyorum biraz. ama heyecan artıyor, şevkle izliyorum maçı, ey hayat şu yeşil çimler üstünden ne hikayeler veriyorsun bize, şurada şu izleyiciler, televizyonları başındakiler, spikerler hepimiz nelere şahit oluyoruz. almanya'da berlin'de bir italya-fransa maçı. 1936'da hitlerin yaptığı bu statta acaba yahudi top toplayıcı çocuklar var mı? işte, zenciler orada, müslümanlar, her kıtadan insanlar şu şöleni izliyorlar. insanlık burada buluşuyor, kazandığımız budur işte, renklerimize, dinlerimize, üstümüze konan her etikete rağmen elele şu maçı heyecanla izlerken buluşuyoruz insanlık ortak paydasında. bunu yapabiliyoruz, yapıyoruz.

ve işte, şurada şu adam savaşıyor, son derece kişisel bir mesele, hepimizin meselesi oluyor, ırkçılığa, şövenizme, kapalılığa rağmen, adaletsizliklere, acılara rağmen, kaybettiğimiz her şeye rağmen bir hayalinin peşindeki bu adam, hayallerinin peşindeki bizlere, güçsüz düşen herkese bir umut ışığı gibi topa kafasıyla vuruyor, buffon uçuyor, biz yerimizden kalkıyoruz, topu tokatlıyor buffon, yerimize oturuyoruz, kazanacağız gerçekten çok inanıyoruz.

ben kafamda hikayemi kurguluyorum. nasıl anlatacağım bunca şeyi, nasıl dökeceğim kelimelere, bütün bu olanları kelimeler kaldırır mı? güçlü müdür o kadar kelimeler, üstüne bu kadar anlam yüklenebilir mi? bunca zaferi, bunca heyecanı, bunca umudu, bunca hayali, bu kadar güzel bir hikayeyi söz taşır mı?

hayat beni yerimden çekip alıyor.

zidane yürüyor, sonra dönüyor, metarazzi'nin tam göğüs boşluğuna bir kafa atıyor. metarazzi yere düşüyor. her şey karışıyor, bildiğimiz dünyaya hayaller gezegeninden geri dönüyoruz. gri, kara, acımasız topraklarımız, gülümsüyor suratımıza, kırmızı bir kart görüyor umudumuz.

neden?

derin bir nefes..

on kere gösteriyor televizyon olayı. zidane metarazzi ile bir şeyler konuşuyor, sonra iki adım atıyor, birden dönüyor, ve bam, kafa atıyor adamın göğsüne. 5 dakika kalmış maçın bitimine, 5 dakika sonra penaltılar başlayacak ve kazanacaksın zidane, neden? neden ellerinle yarattığın o güzel hikayeyi böyle bir anda kahverengine buluyorsun, neden onca çalıştığın, emek sarfettiğin hayallerini bir anda bu kadar kolay terkediyorsun. kızamıyorum sana, çok yaptım böyle şeyler, yapmışımdır, bana da yapıldı ama anlamıyorum..

anlamıyorum.

öfkelenemeyecek kadar bitkin düştüğümü hissediyorum. bütün güzel hikayelerin, o harika masalın sonu bu kadar mı absürd, bu kadar mı çirkin olur? nasıl o masalı böyle alır, asla hatırlanamayacak bir halde kapkaranlık bir halde bırakırsın. hülyanın ortasına düşmüş bir cemre gerçek, rüyayı mahfeder, işte öyle mahfoluyor rüyalarımız, kar yağıyor, soğuktan titriyoruz. kızamıyorum, bu, hayat. ve hayat, masallar gibi değildir, güzel hayaller tam da böyle biter..

kızamıyorum.

ama kırgınım.

ah be abi, ben sana bir hikaye yazacaktım. ben seni çocuklarıma anlatacaktım, ben seni arkadaşlarımla oturduğum o güzel rakı sofralarında heyecanla zikredecek ve diyecektim, hayat masallara da müsaade eder.

ah be abi, ben sana şiir yazacaktım.

şimdi şiir düştü, elimde sitem var.

onu da sana yazdım.

1 yorum:

  1. vallaha da buraya şimdi bir koment döşenip, cezayirli afrikalı bir aile çocuğu olarak büyümenin verdiği, bir yere kadar yontulabilme yetisinden ötürü o kafayı attı diyeceğim, lakin bu sefer dünyanın geri kalan topçularına ayıp olacak.. çünkü birkaç istisna haricinde, futbolcu milleti ayıdır, dangıl dunguldur, galiz küfürler eder, acımasız tekmeler atar, yapılmayacak işler yapar.. sonuçta zidane kardeşimiz de bir "futbolcu", ve bu işler onun için sıradan..

    tam olarak hatırlayamıyorum ama 98 idi sanırım, arkadaş gene böyle bir kafa darbesi sonucu kırmızı kartı görmüştü..

    lakin, bu sefer gördüğü kartta çok başka bir anlam var: bir futbolcu, bir akşam üstü, kariyerinin son milli maçına çıkıyor, ve o maçtan kırmızı kartla ayrılıyor..

    öyle ya da böyle, ikinci oldu fransa, boru değil.. brezilya, ingiltere, arjantin, şu bu göremedi onun çeyreğini.. koskoca beckenbauer'in ellerinden, hiç de haketmediğin bir ikincilik madalyasının boynuna takılması az bir ödül değildir..

    amma işte, asabi berberi kardeşimiz zinedine, bu caanım töreni senin gibi benim gibi televizyon ekranından, belki de sesi bile olmayan bir monitörden izlemek zorunda kaldı..

    beş dakika be abicim, beş dakika.. hani hiç maç yapmamış amatör bir adam olsa böyle bişey yapsın, bi yere kadar.. ama sen koca zidane olmuşun, o sahalarda niceleriyle yanyana / karşı karşıya gelmişin.. bi dur bi bekle..

    attığı kafa da delikanlı işi değildir bu arada.. kafa burnun üstüne, daha ziyade alına doğru atılır, ki vatandaşın burun kıkırdağı beynine girmesin, böylelikle ölmesin, başlar belaya komple girmesin.. ama bunun attığı kahpece bir kafa.. o koca keliyle gidip adamın kalbine kafa atıyor.. o darbe ile ya duraydı materazzi'nin kalbi, ozaman ne olacaktı? altı üstü bi "finocchio" demiştir, bilemedin "vaffanculo", değer mi adamı öldürmeye? ölmese bile iz bırakmayan bir darbedir bu, hem adamı döveyim hem hiç iz kalmasın başım belaya girmesin sinsiliğinin hareketidir.. ama malesef ki maçın hakemi dört değil beş tanedir, on çift gözün görmediğini illa seyirci görür, biryerlerden bu hareketin cezası illa gelir.. allahtan hakemlerden biri vaktinde gördü de, zaten hakkıyla buralara gelmemiş fransa, bir de haksız bir dünya kupası almadı, bu işin çözümü de sinirleri ayağa kalkmış bir sicilya babasına kalmadı..

    malesef kötü biten bir peri masalı zidane'ınkisi.. kalk gel cezayir'in arka mahallelerinden dünyanın bir numaralı futbolcusu ol, zirveye çık, sonra o zirveden ufak ufak sindire sindire ineceğine, at kendini yardan aşağı.. olacak iş değil gibi görünse de, oluyor işte..

    ez cümle, bir ay kazasız belasız bitti, gene herkes işine gücüne döndü..

    o değil de, dün gece çok bilmiş m.denizli bir laf etti: dünya kupasının iki senede bir yapılması tartışılmaktaymış! o halde bir sene avrupa, bir sene dünya, aralara defne yaprağı şeklinde diğer tüm spor organizasyonlarını futbola kurban etmek niyetindeler, çünkü insanlık futbolu seviyor, futbolla uyuyor, ne dert kalıyor ne gam kasavet..

    bu futbolla nereye kadar diyeyim, çekileyim..

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.