06 Temmuz 2006

Minibüs Alemi

eski bir eserim..soğuk içiniz:)

MİNİBÜS ALEMİ

Selam...

Dün akşam evime gitmek üzere minibüse bindim Edirnekapı'dan. Hidrolik kapılar açıldı ve içeri daldım. Şoförümüz, omuzlarına kadar uzun, düz saçlarıyla gayet karizmatik bir delikanlı. Yanında iki adet arkadaşı daha var. Onların da saç durumu bayağı iyi. Entel tabir edilen gözlükler de yerli yerinde...

Paramı verip oturdum arkada boş olan bir koltuğa. Araçta çalan müzige takıldı kulağım birden... Pop değil, arabesk desem hiç değil... Söyleyenin sesi ve üslubu hiç de yabancı gelmiyor. Şarkının sözlerini dinledim biraz. Kore'de Amerikan emperyalizminden giriyor da sosyalistlerin faşistler tarafından nasıl ezildiğine, halkların kapitalistler tarafından nasıl sömürüldüğüne kadar gidiyor amcam. Bayağı yemiş yutmuş bu kültür, siyaset, sosyoloji alemlerini... Biraz sonra kasette tanıdık bir cümle buldum ve çıkardım şarkıyı söyleyeni; Bulutsuzluk Özlemi... Hatta geçenlerde kendisiyle (Bu arada bulutsuzluk özleminin kişi mi yoksa grup mu oldugunu hala bilmem.) Taksim'de bir cafede karşılaşmıştık. Şimdi ise bir minibüs içinde beni bilinçlendirmeye uğraşıyordu amerikan emperyalizmine karşı sagolsun. Sorsan üniversite mezunu adamız... Millet minibüsünde neler dinliyor, biz hala arabamızda İsmail Dede Efendi'nin şarkılarını dinliyoruz... Bunları düşünürken, gözlerim buğulandı birden bire. Hani filimlerde olur ya; esas oğlanın gözlerine dalar kamera, görüntü buğulanır ve kahramanımız eskiyi hatırlar birden bire... Ben de aynen öyle oldum işte.

Eskilere, çocukluğumdaki minibüslere gittim bir an... Aslında yaklaşık yirmi yıl olan zaman dilimi toplumların hayatında o kadar da uzun bir zaman değil; ama o kadar çabuk değişti ki her şey... Şimdi hepsi birer masal gibi... Bakın anlatayım sizlere biraz eski minibüsleri... Ve minibüs alemini... Hadi hayırlı traşlar... :)

Bir kere eski minibüslerin kapıları, şimdikiler gibi sizleri içeri buyur etmezlerdi... "Hidrolik" değillerdi yani... Öyle araba yanaşınca görücü osuruğu gibi "Pısssst!" deyip açılmazlardı... Bildiğimiz binek oto kapıları gibiydi kapıları... Kendiniz açardınız "Tak tukâ�¦ Gacııırt!" diye bir ses eşliğinde... Kapıyı açabilme ve kapatabilme beceriniz, minibüs şöförü ve içerdeki yolcular üzerindeki ilk intibanız için çok önemliydi... Eğer tek seferde açıp bir ayağınızı içeri attığınızda minibüsün hareketinden etkilenip tökezlemeden kendinizi içeri alabiliyor ve bununla da kalmayıp kapıyı yavaşça ama tek seferde kapatma maharetini gösterebiliyorsanız; o minibüsün "en kral müşterisi" siz olurdunuzâ�¦ İneceğiniz yere kadar engin bir saygı görürdünüz. Hatta şoförden ufak tefek ricalarınız bile olabilirdi...

Şoförlerin en kıl kaptığı konuydu, kapıların yavaş kapatılmaması; çünkü günde yüzlerce kez açılıp kapandığı için hızlı çarpılan kapılar bir süre sonra sarkar ve bozulurdu. Bu yüzden şoförler, tipleri daha ziyade ayıyı andıran müşterilerini daha kapıyı kapatmadan "Abicim yavaş kapatıver, bi zahmet!" diye uyarırlardı. Bu uyarıyı duymayan veya duysa bile ayılığına engel olamayıp o kapıyı çarpan müşteriler şoförlerde tansiyon fırlamasına sebep olur, bu fırlama da o minibüs yolculuğunun ralliye dönüşmesine yol açardı. Sinirlenip tepesi atan şoför ayağını frenden çeker ve sürekli gaz pedalını kullanarak yolculara formula 1 keyfini yaşatırlardı...

O zamanın minibüslerinin içinde, şimdiki gibi ayakta dik durabilme lüksünüz yoktu... Tavanları alçak olduğu için iki büklüm, beberuhi gibi giderdiniz gideceğiniz yere kadar (Beberuhi, Karagöz oyununda bir karakterdir. Sırtında kambur gibi bir şey vardır, iki büklüm yürür, tıfıl bir tiptir.). Tabii oturmuyorsanız. Magirus marka o minibüslerde üç tip oturma durumu olurdu; birincisi koltuklarda normal oturma hali, ikincisi şoförün yanında, motor üstünde oturma ve üçüncüsü ise ayaktayken polis görünce yere oturma hali :). O zamanlar minibüsün ayakta yolcu alması yasak olduğundan bir kavşakta polis görüldü mü şoför tarafından şöyle bir ricada bulunulurdu : "Ayaktaki abilerim, bi zahmet çöküversinler.". Herkes gayet fedakâr ve cefakâr bir biçimde yere çöker, polis amcamlar da aslında gayet iyi bildikleri bu numarayı idare ederlerdi... "Naapsınlar?"dı, "Vatandaş yolda mı kalsın?"dı...

O zamanki minibüslerde, şimdiki gibi Tarkan, Bulutsuzluk Özlemi veya bunların türevleri gibi şeyler dinleyemezdinizâ�¦ O zamanlar minibüslerde sadece şu üç kişinin hakimiyeti vardı; Orhan Baba, Müslüm Baba ve Ferdi Abi... Ne hikmetse ikisi "baba" olmuş fakat Ferdi Tayfur bir türlü "baba" olamamıştır... Neyseâ�¦ Sonuçta bütün minibüslerde bu üçünün rüzgârı eserdiâ�¦ Ama o zamanki arabesklerde şimdiki "fantezi" müziğin cırtlaklığını ve bayağılığını bulamazdınız... Daha bir ağırlardı sanki... Daha tatlı, daha şirinâ�¦ Daha az enstrümanla, gürültüsüz patırtısız, ince telli bir arabesk... Belki nostaljik oldukları için bana öyle geliyordur bilmiyorum ama hala o dönemden bir şarkı duysam içim bir hoş olur... Başka müzik mi? O dönemde asla... Bir minibüs içinde bu üç kişinin haricinde belki bir Kibariye veya Bergen sesi duyabilirdiniz... Bunun haricinde bir seçeneğiniz olamazdı...

Minibüsün iç dizaynı da o döneme has özellikler gösterirdi... Koltuklar genellikle deri görünümlü mavi renkli vinleks üzerine şeffaf plastik olurdu... Tavanlarda minibüsün bir tarafında kırmızı bir tarafında mor renkli olmak üzere ince süs lambaları... Camlarda şöförün hanımının dokuduğu el emeği göz nuru, yarım dantel güneşlikler bulunurdu. Bu şekilde döşenmiş bir minibüste akşam yolculukları ayrı bir keyif verirdi insana. Fonda sakin bir arabesk nağmesi, beyaz ışıklar tamamen kapalı; onun yerine kırmızı ve mor lambalar açık, camlardaki beyaz dantellerin mor ışığın etkisiyle parladığını düşünün... Evinize böyle giderdiniz işte o zamanlar...

Bir minibüs şoförünün bütün duyguları, ön camda yazılıydı... Ya danteller, süslemelerle; ya da o meşhur minibüs yazılarıyla... "Nokta kadar menfaat için virgül kadar eğilme.", "Ayırmayın sevenleri.", "Ben sevdim de ne oldu?", "Bizi çekemediler, halat koptu.", "Aşkım bir sabun ise, köpürt beni Pakize." hatırlayabildiklerimden bazıları. Bazen ön camda bazen arka camdaâ�¦ Ama hep vardı...

Ve şoförler... Mutlaka deri ceketleri ve deri şapkaları olurdu. Nedenini bilmiyorum; ama minibüsçünün simgesiydi adeta deri ceket ve şapka. Ve bugünkülerden en büyük farkları da hepsinin Türkçe konuşabiliyor olmasıydı... Ne dediklerini anlayabiliyordunuz. İstanbul çocuğuydu hemen hepsi... Halden anlar, üç beş kuruşunuz eksikse veya yoksa sizi milletin içinde "Siz paranızı verdiniz miydi?" diye rezil etmezlerdi. Veya biner binmez paranızı çıkaramadıysanız gözünüzün içine küfüreder gibi bakıp "Ücretini gönderemeyen var mıydı?" diye defalarca bağırmazlardı... Onların yolcuları ya "bey abi"'ydi ya da "hanım abla"; "Baağyan" veya "aaaaaabiiii" değildi...
Gözlerimdeki buğu dağıldı... İneceğim durağa gelmiştim. Bulutsuzluk Özlemi Çin Devrimi'ne kadar gelmiş. Bu şarkı burada bitmez. Ben ineyim en iyisi...

Kallâvi selâmlar...

2 yorum:

  1. yazının ustası olabilirsiniz, lakin kopi peystin ustası olmadığınız belli hünkârım.. edit, delikanlılığın şanındandır:)

    YanıtlaSil
  2. minibüste bulutsuzluk özlemi dinlenmeye başladıysa mars roketine baybay demekten başka bir şansı kalmamıştır bu memleketin.. ıyyy diyorum o radde tiskiniyorum o heriften ve yaptığı hertürlü iğrenç arak müzikten.. hatta geçen cumartesi gecesi gayet şahane eğlenmişiz tam gidicez son dubleleri eda ediyoruz, namussuz dicey millet dağılsın evine gitsin diye o caaanım çubuklu hayal kahvesi ortamında "hedehödö bilmemne diyemem, bidibidibidibidi edemem" çalmaya başladı da, atıveriyodum denize şerefsizi..

    lakin, diyeceğim bir şey daha var ki, o da minibüs aleminde baba sayısı konusunda yanılıyor olduğunuzdur sayın elinherifi.. baba hep tek idi, hala tekdir, bizatihi Müslüm Baba'dır.. orhan da ferdi de o vakitler dahil olmak üzere abi statüsünün üstüne -kendi istekleriyle de- geçmemişlerdir.. birkaç sene önce izlediğim bir orhan gencebay röportajı bunun en şahane kanıtıdır:

    - orhan bey, son bir sorum olacak
    - buyrun, lütfen
    - ee müslüm gürses hakk..
    - bir dakika, düzelteyim, "MÜSLÜM BABA", lütfen..
    - ee özür dilerim, Müslüm Baba'nın son albümü hakkında görüşleriniz..

    gibi bir diyalog geçti, dedim saygı budur, biat budur, helal olsun orhanıma bu yollar dedim..

    bilahare hatırlatınız da biz de "seni sevmeyen ölsün" temalı, bir kış sezonu boyunca süren bir minibüs anımızı aktaralım:)

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.