30 Ağustos 2006

ÇEyn ÇEyn ÇEyn

John Lee Hooker (Allah’ın rahmeti üzerine olsun) babamızın bir dönem Carlos Santana’ya maruz kalmışlığı vardır -ki övgü maksatlı söyledim yanlış anlaşılmasın. Santana da ayrı bir baba haliyle… İkisi de gitarın yenilip yutulmadan çalındığında da insanların içini cız ettirebileceğini aslında Kurt Cobain’den önce hatırlatmış mübareklerdir.

Neyse konuya girelim: Bu birliktelikten Chill Out (Things Gonna Change) adında bir çocuk doğar. Farkındaysanız şarkı iki isimlidir, Dilanım (Baharımsın Benim) konseptiyle kardeşçesine… Neyse ayrıntıları deşmenin bokunu çıkarmayalım. İşin içinde Santana olduğu için şarkı sapına kadar bir blues şarkısı olmaktan çıkmış, tam bir Latin lokumuna dönmüştür. John Lee Hooker’dan hiç beklenmemiş olan bu hareket, milliyetçi muhafazakar blues insanları dışında herkesin ağzına bir parmak bal çalmıştır. Şarkıda iplerin tamamen Santana’da olmasının tadı daha gitarlar girer girmez belli olur. Latin kadayıfı üstadımız, yine “onaylayan gitar” üslubunu kullanmıştır burada (meraklısı için ekşi sözlük’te bkz. Santana yapmak).

Şarkının sözlerini irdeleyecek olursak, bence irdelemeyelim. Zira bi tek “things gonna change” kısmındadır bütün vitamin. Orda da zaten ne dediği malum. Değişmeyeni Nuri Alço kapar değil mi sevgili okurlar… Çeyn çeyn çeyn diyor John Lee baba ve mesele zaten orda çözülüyor.

Bu şarkının Türkiye barları için de önemi tartışılmazdır. Rock barda da, blues barda da, Serdar Ortaç ile söz konusu şarkımızı arka arkaya çalabilen barlarda da en gözde seçimlerden biridir. Ben bunun nedenini, ritmindeki çok çok hafif kalça sallatıcılığa bağlıyorum izninizle. Oohh sosyo-biyolojik çıkarım da yaptım, plazada oda isterim.

Şarkının en sonunda yine Santana’dan beklenen gevreklikte bir solo vardır. Santana tonu diyebileceğimiz, kaç kilometre öteden duyulursa duyulsun kime ait olduğu anlaşılan bu ton, soloya esas tadını veren şeydir burada. Ondan sonra yine çeyn çeyn çeyn faslı girer ve şarkı tatlı biter.

Neticede, John Lee Hooker’dan beklenmeyen bir hareket, Santana’dan her zaman beklenen hareketlerle birleşince ortaya ölümsüz bir “mekan şarkısı” çıkmıştır. Daha kimbilir kaç kere gittiğiniz yerde çalacaktır ve daha kim bilir kaç kere “o sırada ne haltlar peşinde” olacaksınızdır bilinmez…

2 yorum:

  1. emeğine sağlık bab:)

    ehehe kommentin padişahını yazacam az sabır misafir var:)

    YanıtlaSil
  2. söz verdiğim kommenti, devri sabıktan bir iş ile yapmak istedi deli gönül, kabul olması tek dileğimdir gece vakti:


    dört dakika kırk yedi saniye için de olsa bulutların üzerinde dolaşmak için birebir bir john lee hooker eseri.. fonda duyan gelmiş tadında bir kalabalık.. kimler yok ki enstrümanlarda; tina turnerin sabık kocası ike turner beyaz bir piyanonun başında, chick korea desen kalan tuşlu takımları yağlamakta, carlos abi komple ekibini kapmış gelmiş; ekip perküsyonlarla sevişirken kendisi sanki john lee hooker’dan icazet isteyecek bir çırak edasıyla kendinden geçmekte, delirmekte, delirtmekte.. "with friends" adlı albümünde dünyanın en iyi soul gitarlarından biri, bizi kendi dünyasına sürüklenmekte hiç zorlanmıyor.. klibindeki babacan ve ara ara god father edaları, bencileyin kırık kafalıların aklında bilahare müslüm babanın paramparça klibindeki araba içi sekanslarını birleştiriyor, alıyor, götürüyor, getirmiyor bir süre gerilere; hoş pek gelesimiz de yok artık, keşke bir şekil olsa da takılsak kalsak böyle mana alemlerinde, uyanmasak, sarmısaklamasak da saklasak, üflemeden yesek sütaş tepsi yoğurdundan, eksi 20 dereceden gelmiş buzun rakıda oluşturduğu dumanı üflesek bilakis, sorusu bile hatırlanmayan cevaplara doğru.. ıssız bir kumsalda yaşlı bir atın eğersiz vücudunun üzerinde gitmek tatlı tatlı dalgaların, güneşte kurumaya yüz tutmuş deniz kabuklarının arasından, kumlarda eşsiz ve fakat ömürsüz izler bırakarak; birçoklarının hergün yapmaya çalıştığı gibi, ve hiç takmadan kafaya dünyayı, hayatı, aşkı, otu, boku, püsürü.. inanarak babanın things gonna change düsturuna, atlamak kayalardan aşağı doğru, sislerden sonra bir pamuk yığınının bedenle kavuşacağını umarak.. eski bir anının canlanması gibi, hani uçağın kanadında oluşan gökkuşağının resmini çekmeye çalıştığın andaki hislerini yeniden yaşar gibi, ve ibne stewardın gelip ne içersiniz diyerek oralardan alıp seni tekrar koltuğuna oturttuğu gibi, her sabah alır seni bu güzelliklerden ve el kapılarına onlar için çalışmaya götürür hayat; istesen de, istemesen de..

    gene de, things gonna change..

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.