02 Haziran 2006

neredeydi?

az sonra okuyacaklarınız kişisel bir delirme seansı olup, gercek kişi ve olaylarla alakası vardır...

***

Çok fazla durmayacak burda, yiyecek bir şeyler alıp çıkacak işte her zamanki gibi. Belki bir arkadaşına rastlayıp, iki fincan kahve içmeye gidecek bir yerlerde.

Son zamanlardaki dalgınlığına şaşırıyor, muhtemelen bu sefer de aslında evde olan şeyleri birer birer alacak ve eve dönünce eksikleri almadığını farkedecek ama, olsun. Kafasını dağıtıyor bu hipermarketler insanın. Çeşit çeşit deterjanlar, her seferinde yenileri eklenen çikolatalar, değişik desenlerde tuvalet kağıtları.. Sahi tuvalet kağıtlarını neden desenli yaparlar? Üzerinde türlü çiçek desenleri olan tuvalet kağıtlarından da atıyor sepete, değişik peynirler, az yağlı, yağsız, tam yağlı peynirler, ambalajında yazanların neredeyse tamamının yalan olduğunu bildiği bir sürü saç bakım ürünü ve üçü, ikisi bir arada granül kahvecikler. İşe yarayacak olanların yalnızca kahveler olduğunu bile bile bir araba dolusu ürünle kasaya yöneliyor. Parayı öderken her seferinde olduğu gibi insanların nasıl geçindiğini sorguluyor kafasında. Hepinizin yaptığı gibi, sessiz, sakince, belki bir iki kez cıkcık diye tepki veriyor. Ama işte, kafasını dağıtıyor marketler insanın..

Ellerinde poşetlerde dışarı çıktığında girdiği taraftan çıkmadığını farkediyor kadın. İşin garibi yıllardır geldiği marketin boyle bir çıkışı, girişi ya da kapısı olduğunu bilmediğini farkediyor. Etrafta başka bir şehirden oldukları ilk bakışta belli olan insanlar yürüyor, evine giderken defalarca önünden geçtiği büyük otelin ve geniş caddenin yerini daracık
sokaklar almış. Yaşadığı şehirde böyle dar sokaklar olduğunu bugüne dek neden görmediğini düşünürken birilerine sormak gelse de aklına, çekiniyor kadın. Rezil olmaktan korkuyor, "Burası neresi?" diye soracak olsa dalga geçecekleri besbelli. Çok emin yürüyorlar insanlar , delirdiğini sanıp gülecekler sorarsa. Yürümeye başlıyor, tanıdık bir sokak, bir insan, bir bina bulurum umuduyla. Yürüyor, biraz daha, biraz daha daha hızlı. Nafile... Her yer yabancı. Poşetlerin ağırlığından olacak, yorulup bir duvara çöküyor, öyle omuzları çökük, korkar gibi bir hali var. Gelip geçen insanlar bilmediği bir dilde bağırarak konuşuyorlar, bilmediği gibi hangi dil olduğunu bile ayırt edemiyor. Oysa anlar fonetikten biraz, bir ispanyolla portekizliyi bile ayırabilir hatta.

Çantasındaki sigara paketine uzanıyor, bilmediği bir yerde kaybolmuşken bile aklından sigarayı artık bırakması gerektiği fikri şöyle bir gelip geçiyor. Yine de yakıyor içine ölüm tıkıştırılmış filtreli çubuğu. Etrafa bir daha göz atıyor süzercesine. Her şeyi küçümsedi bugüne dek, kendi ciğerlerindeki tortuyu, kalbindeki korkuyu, beynindeki kör düğümü bile.

Omzuna şş manasında tık tık vuran eli farketmesi iki sigara ve poşetlerden birindeki bir kutu buzlu kahveden sonrasına denk geliyor. Tanıdığını birini görmeyeceğinden emin, hep yaptığı gibi omzunun üstünden göz ucuyla bakıyor. Biri işte... Bilmediği bu sokaktaki bilmediği yüzlercesinden biri. Ve yine o anlamadığı dilde bir şeyler söylüyor, fısıldıyor ama. Diğerleri gibi bağırmıyor.

Hava kararmış, soğumuş hatta. Evden çıkarken üzerine aldığı ince mont yetmiyor ısınmasına. Çöktüğü duvarın arkasında durup devamlı bir şeyler fısıldayan adam da gitmemiş. Umursamaz tavrından vazgeçmeden adamın yüzüne bir kez daha bakıp bir sigara daha alıyor çantasından ; tam yakacakken adam elini uzatıp sigarayı alıyor, yakıp içmeye başlıyor. İlk defa dikkatle bakıyor kadın, yüzünde tatlı bir yorgunlukla dünyanın en guzel ifadesini taşıyan adama. Güven değil, huzur hiç değil, ama gidilecek bir yer var.

Adam bir şeyler daha soyledikten sonra arkasını dönüp yavaş yavaş yürüyor, kadın da arkasından. Bir iki adım sonra, adam dönüp üstündeki hırkayı kadının omuzlarına bırakıyor, üşüdüğünü anlamış olmalı. Ağzını açıp bir şeyler söyleyecek oluyor kadın, teşekkür edecek, hatta belki burası neresi diye soracak. Sesi çıkmıyor. Dönüp baktığında ise çoktan gitmiş zaten. Duvara geri dönüp tekrar oturuyor. Ne söylecek, ne de yapacak bir şey var bu kadar yabancıyken. Kadının nasıl bu kadar sakin olabildiğini merak ediyorsanız eğer, yıllar önce bir kez daha kaybolmuştu da, ondan...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.