23 Ağustos 2006

Cumartesi Sinemaya Gitmek Benim İsyanımdı

Güzelce denilen sayfiye yerine "dağbaşı la oralar, sizi kurtlar yer" denildiği yıllarda yani ben çocukkene..Lazlar toplanmış bir yazlık site yapmış. Sekiz evden birindeyiz. Evlerin anne babaları henüz 40'lı yaşların başlarında..Heyecanlı..Bir akşam toplanmışlar, Kumburgaz'a yazlık sinemaya gidiyorlar. Hernedense pek küçük olan ben, kundakta oğlunu uyutmaya çalışan teyzem ve haliyle kundaktaki oğlunun sitede kalmasını uyğun görmüşler. Bu insanları bir kamyona doldurup sinemaya götüren ve beni almayan kim? Babam.. Ağlama huyu olmayan, içine atan bir çocuktum..Aklımda kalan iki sahne vardır o geceyle ilgili..birisi çocuğunu dizlerinde uyutmaya çalışan teyzem, ikincisi de tam gün batımı vaktı, ortalık kızıllaşmışken doç kamyonun arkasından dolu ama akmayan gözyaşlarıyla baktığım görüntü..ve çok iyi hatırlıyorum ki o an şöyle fısıldadım:büyüyünce ben de sinemaya gidicem ve kimseyi götürmiycem...aynen böyle mırıldandım, çocuk hırsıyla.

Ortaokul yıllarının başları..belki de ortası..TRT iki kanallı olmuş, televizyon üzerindeki kanal düğmeleri anlam kazanmış. İkinci kanalda bilim kurgusal bir dizi var..onu izlemek istiyorum ev halkı serzenişlerimize değer vermiyor, "hadi ordan" diyor..Garip bir gurur ve inadım var.."izlemiycem lan bi daha televizyon" diyorum ve izlemiyorum. 1,5 yıl..yazıyla rakamla..reklamları bile izlemiyorum, yemek yerken televizyona sırtım dönük oturuyorum, hiçbir karesini görmüyorum..üç katlı evin bir köşesine sonradan da sahip olduğum odama çekiliyorum, birşeyleri bozuyor tamir ediyor boğuşuyorum..ama asla televizyonlu odaya inmiyorum. insem bile sırtım dönük..fare dağa küsmüş dağın haberi olmamış misali, kimse de gelip "noolur seyret şunu" demiyor..

(Bu arada fondan da "hasretinle yandı gönlüm" çalmaya başladı radyodan, edip akbayram,bu adamın yaptığı bence en nefis şarkıdır. televizyon kapalı)

Lise yıllarımın başları. Bir gün durup dururken "tamam artık büyüdüm" dedim ve sözümü tutmaya başladım. Her cumartesi günü dükkana gidiyor, babamdan haftalığı alıyorum. Doğruca Taksim'e, sinemaya. Hangi film mi? Farketmiyor. İstiklâl'de iki tur atıyor, vizyondaki filmlere bakıyor ve kafama uyan bir filme dalıyorum.Bu işi o kadar sistemli yapıyorum ki bazı zamanlar vizyonu komple bitirmiş oluyorum. Bir iki hafta dinlenmeye çekiliyorum. Sadece Taksim değil tabi, Şişli, Osmanbey de dahil. Ve kimseyle gitmiyorum sinemaya. Tek başıma gidiyor, izliyor çıkıyorum. Bir de ritüel haline getirmişim herşeyi..Dükkan'dan çıkıyor, yürüyerek eski Galata Köprüsü üzerinden geçiyor, oradaki üçkağıtçılara hiç yanaşmadan Karaköy Tünel'ine biniyorum. 580 metrenin sonunda inip bir de O eski Beyoğlu'nu arıyorum. Ortasından araba yolu geçen Beyoğlu'nun son demlerine yetişmişliğim vardır bu anlamda.. Sonra da sinema..

Peki ne oldu sonunda..O televizyon küskünlüğü deneyiminin şöyle bir sonucu oldu. Televizyon bağımlılığı ortadan kalktı. Oradan artan zamanlar, birşeyler okumaya ama daha çok tamir etme ve icat etmeye yöneldi. Halen de sürmektedir. Televizyon, evde aradığım şeylerin çook sonrasında gelir. Dizi film falan asla seyret/ede/mem. Haberleri başlıklarıyla dinlerim bir iki dakika..Takip edebildiğim tek dizi x files..o derece.. diğer programları izlersem de o izlemeler hep kısa kısa..on dakikalık periyotlar

Asıl ilginci sinemada oldu. Bu "her cumartesi sinema" manyaklığı yaklaşık dört yıl kadar sürdü. Fakat bu dört yıl, aralıksız bir dört yıl. Yani yaz günleri dahil.. Yaz ve kış asla sektirmeden. Çok ölümcül birşey olmazsa. Hesaplayın bakalım hesaplayan adamlar, kaç tane film olmuş. Bir işi arka arkaya çok sık yaptığınız zaman şu oluyor: İşler arasındaki ortak noktalar, gözünüze batmaya başlıyor. Artık bir süre sonra filmler hep aynı rotada ilerliyor gibi geliyor. Olası sahneleri tahmin etmeye başlıyorsunuz.Filimin neresi mutlu başlayacak,neresinde işler sarpa saracak, kahraman ne zaman üzülecek, bomba ne zaman durdurulacak, ....ilerleyen safhalarda replikler de tahmin edilmeye başlandı..-ceysın...sert bir dönüş, soran bakış...- dikkat et!..hı hı..sen burada kal denilir küçük çocuğa ve o velet asla orada durmaz, başına iş açar..o kodumun bombası illa ki bir saniye kala durur ve daha bir sürü ibişlik..

Dört yılın sonunda oluşan değişiklik ise televizyondakinden daha acı: Bir sinema filmini baştan sona tam izleyememe. İlk on dakikadan sonra filmde işler karışınca sanki elalemin derdi beni geriyormuş gibi bir hal..sonra da "banane lan" isyanı. Artık sadece birileri kolumdan tutup çekerse sinemaya gidebiliyorum. Beni şaşırtan veya eğlenceli zaman geçirten filmlerin sayısı, son on yılda bir elin , hadi hatırınız için iki elin parmaklarını geçmez. Onların da bir eli, övünerek söylüyorum yerli yapımlar. "dar alanda kısa paslaşmalar" , "selamsız bandosu" , "muhsin bey" vs. Belki de 4 metrede the wall izlemekten o yüzden o kadar keyif almışımdır. Sinema perdesinde farklı birşey görebildiğim için

Neticede, çocukken verdiğim sözü , bokunu çıkarırcasına tuttum..sinemaya gittim ve kimseyi götürmedim. Televizyonu da erkenden boşadım, pişman değilim. Hayatımda yaptığım en akıllı iştir. Holywood'un da ...............afbuyur. Hakikaten kitap okuyun veya birşeyle meşgul olun, enstrüman falan çalın..Hayat daha güzel geçiyor..öpmişumdur:)

2 yorum:

  1. hemen tekzip edeyim, hadisenin adı 4 metre dev perdede the wall izleyelim olmuş olabilir, lakin perde kıralından sekiz metreydi, onu da ifade edeyim:)

    YanıtlaSil
  2. küsme birader sen bize lazımsın:)

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.