24 Temmuz 2006

Seçme Delilikler vol 6: University of Pointless Studies profesörü Galewolf kürsüsü sunar: Dövüş sanatları 101

Uzakdoğu dövüş sporları: Kabul edin hepiniz hayatınızın bir döneminde çeşitli nedenlerle gaza geldiniz bu konuda. Bazen sağdan soldan aldığınız gazla (misal ben arkadaşlarım her iki yılda bir topluca bir dövüş sanatına gönül verelim diye birbirlerini gazlamazlarsa rahat uyuyamazlar), bazen fazlasıyla uzakdoğu kültürü ile haşırneşir olmak sonucu (çoğunlukla haddinden fazla anime izlemekle meydana gelen bir hastalıktır. üçüncü antreman sonunda hala "aduket" atamadığını farkedip surat asan her uzun saçlı stereotipik post modern rocker\hippi ya da aşırı kilolu sakallı "wiseguy" gibilerini beş kilometreden tanıma konusunda bir uzman oldum artık) ve dahi çeşitli sebeplerden dolayı bir şekilde "martial arts" ortamlarına ucundan kıyısından bulaşmış ya da bulaşmaya niyetlenmiş insanlarla dolu ülkemiz.

Hatırlıyorum da benim dövüş sanatları maceram oldukça ilginç bir şekilde başlamıştı. Daha 13 yaşında dizleri yaralı, kapkara (o zamanlar güneş görüyorduk, bilgisayar falan hak getire) bir velet olarak düzenli olarak mahallemizde (ki Ankaranın zamanının en izbe mahallelerinden olan Etlik civarında oturmaktaydık, her gün bir Fight Club mirim) kopan kavgalarda dayak yiyen taraf olmamın sonucu (yani, söbülükten değil elbette sonuçta 1 e 5 gibi rakamlar sözkonusuyken efendi gibi dayağınızı yersiniz çok itiraz etmezsiniz) bu gidişe bir demek için karşı komşum Yasin'in gittiği adını hatırlamadığım ama tahminen dönemin modasına uygun olarak "Kanlı Yumruk Spor Salonu" tarzı bir adı olan Karate Salonuna yazıldım. Elbette daha sonra salonun milliyetçi lunatikler tarafından işletildiğini ve "kominik" avlamak üzere cevval yiğitler yetiştirdiğini o yaşımda farkedemeyeceğim (daha doğrusu farketsem bile anlayamayacağım) için bu işi benim yerime pek sevgili validem yapmış ve beni hızla oradan almıştır.

Ahh evet, karate salonları. Seksenler ortası ve doksanların başının favori "rekreasyon" alanları. Nemli duvarları, ancak askeri güç üniteleri ile çalışan bir havalandırma cihazının götürebileceği kesif ayak kokuları ve ev yapımı (!) mumçıkaları (itiraf ediyorum benim de vardı, sonra çok yüksek bir ağaca takılı kalmıştı) ile dojo harici herşeyi andıran mezbeleliklerde apçaki, upçaki diye kendini bitiren bir nesil var, yok değil. Hatta az bildiğini sandığım bir sırrı ifşa etmek gibi olmasın ama Freko paşamız da zamanında bir axe kick olsun ne bileyim ölüm vuruşu olsun öğrenmiş fakat sonra anlatmadığı nedenlerden dolayı bırakmış bir kişidir.

Herneyse, sonuçta yaptığınız herhangi bir "spor" ile sizin o spora yaklaşımınız tamamen kişisel tercihlere bağlıdır. Kimisi zen, buda , bedensel ve ruhsal disiplin falan diye kendisini motive eder kimisi kavgada adam döverim, hiç olmadı sağda solda laf arasında söylerim de insanlar arıza çıkarırken biraz olsun düşünür şeklinde bir amacı vardır. Nasıl sonraki öncekinden yeğ değilse ilki de tamamen dürüst bir yaklaşım sayılmaz. Evet dövüş sanatları madden ve manen insana çok şey katar ama eninde sonunda başka insanları "savunma" amaçlı da olsa incitmek hatta öldürmek üzerine kurulu çok eski disiplinlerdir. Yani şakaya gelir yanları olmadığı gibi bu bilgileri başkaları üzerinde bilinçli olarak kullanmak hem benim hem de kanunların gözünde silah kullanıp birilerinin canına kast etmek ile aynı şeydir. Kısacası, hali hazırda benim yazı "tarzıma" alışkın olmayıp düzenli yaptığı dövüş sporu hakkında "eğlence" amaçlı yazılmış bir yazı yüzünden "alınacak" insanlar çıkarsa onlara diyeceğim tek şey şudur: Sanki çok umurumdaydı, çenenizi kapayın ve okumaya devam edin!

Aşağıda bazılarını bizzat yaptığım ya da hakkında az çok bilgi sahibi olduğum (ya da internetten okuyup size sattığım) dövüş sporlarına "benim" tarzımda bir bakış bulacaksınız, iyi eğlenceler efendim(bu arada bu blogları okuyup "ahı ahı serdar aşk hayatında pembe fontlarla yazı yazıyormuş lan diyen terbiyesizler var, kınıyorum onları hehe).



Karate: Karate, hepimizin sandığı gibi sadece tamirci çıraklarının, çirkin kadınların ya da Azerilerin yaptığı bir dövüş sporu değil öncelikle bunu açıklığa kavuşturmak lazım. Oldukça eski tarihlere dayanan ve artık Çin mi Japonya mı her ne çekik göz cehenneminde "ya işimiz gücümüz yok hadi insanların suratlarına döner tekme nasıl atılır onu bulalım" icat edilmiş Karate-do temelde yumruklar ve tekmeler ile "uygulanmaktadır". "İleri" teknikler 360 derece dönerek tekme atma, boğaza uçan tekme, sağ ayağa tekme atıp yere düşen rakibin suratına yumruk atma olarak ifade edebileceğim izbeliklerden oluşur.

Artıları: Karate piyasada bulabileceğiniz en "düz" mantıklı dövüş sanatlarından birisidir. Aikido gibi karmaşık Japon mumbo jumbosu yerine rakibin suratına en okkalı yumruğu\tekmeyi atmaktan ibaret felsefesiyle Türk gençlerinin favorisidir. Yüzlerce farklı disiplini olduğu halde ülkemizde en yaygın olarak yapılanı, tabiri caizse en "amele" versiyonu olan Kyokoshin karatedir sanırım.

Eksileri: Az çok Türk usülü kavgalara karışmış ya da şahit olmuş herkesin farkedebileceği gibi karate sokaklar için pek uygun bir sistem sayılmaz. Gerçi artık diz altı pileli okul eteğinin biraz yukarısını görebilmek için saçma sapan heriflerle kıyasıya kavga ettiğiniz günler geride kalmış olduğundan pratik yapmanız zor olabilir ama genel olarak itiş kakış içeren "indir o eli" muharebelerinde dar alanda ne derece "uçan tekme" ile başarı sağlayabilirsiniz emin değilim. Erkek değilseniz ve kendinizi "savunmak" istiyorsanız neden gidip bir sprey ya da tazer almıyorsunuz ki? 1.90 boyunda fırıncı küreği gibi eli olan bir adamdan komitede yumruk yediğiniz zaman inanın bana o morluğu kapatacak fondoten bulmakta zorluk çekersiniz.

Kişisel Maceram: Yukarıda anlattığım başlangıç macerası haricinde bir daha karate ile gerçekten ilgilenmedim. Sonuçta evet bir şeyler öğrenmek disiplin kıl yün vs de en azında biraz da güzel gözüksün ne bileyim genç kızlar beğensin vs istedim. Sarı kuşak sınavında karnıma tekme yediğim anda zaten o işin bana göre olmadığını anlamıştım. Lanet olsun ben birilerini dövmek için yazılıyorum üstüne bonus olarak "şekilli" dayak yiyorum, gerçekten harika...


Aikido: İşte dünyanın dört bir yanındaki diğer "sert" sporları yapamayacak kadar "nerd" olanların favorisi, Aikido. İnce telli saçlı kadınların ve D&D oyuncularının birilerine vurmadan daha da önemlisi birileri tarafından derdest edilmeden huzur içinde yapabileceği ve kendilerinin "dövüşçü" sayabilecekleri, herkesin yumuşacık zeminler içinde sessiz sakin birbirini yerden yere savurduğu bir "dövüş" sanatı ile karşı karşıyayız. Resimde ise Aikido'nun kurucusu (bu arada bir dövüş sanatını, ne kadar söbü de olsa kuran bir kişi olmak ne fenaymış be kardeşim) Morihei Ueshiba "ne vardı evladım, Buda ile astral boyutta konuşuyorum ne diyeceksen çabuk de" ifadesiyle bizim gibi ruhsuz "gaijin"leri süzerken görülmektedir.

Artıları: Eğer sizin de benim gibi canınız tatlı ise ve daha da önemlisi yaptığınız sporun deve güreşinden biraz daha estetik gözükmesini istiyorsanız işte ilacınız! Bol atmalı, tutmalı ve savurmalı Aikido teoride rakibinizi kendi enerjisi ile alt ettiğiniz ideal bir dövüş sanatı. Üstelik minimum fiziksel güç ve çaba gerektirdiğinden kaç yıldır FRP oynadığınızın ya da ne kadar tahta göğüslü olduğunuzun kesinlikle önemi yok! Tek ihtiyacınız bir dojoda eğitim görmek ve sizi dövmek\soymak isteyen insanların size yavaşça ellerini uzattığı ve bu sayede onları havada 360 derece döndürüp yere çaldıktan sonra ayağa kalkıp size selam verecek alternatif bir gerçeklikte yaşıyor olmak, gerisi gördüğünüz gibi gayet kolay.

Eksileri: Temelde oldukça sağlam temelleri ve tekniği olan bir dövüş sanatı olan Aikido'nun en kötü yanı Aikido yapanlardır. Çoğu bir şekilde Japon\Uzakdoğu olayına fazla kaptırmış ama suratının ortasına bir tekme yemekten hazetmediği için daha "barışçıl" ve felsefesi olan bir dalda devam etmek isteyen zibidilerin favorisidir Aikido. Hatta diyebilirim ki "ben de dövüş sporu yapıyorum, aikido" diyen fason new age taklitçisi birisini gördüğünüzde bilin ki hemen ardından aikidonun nasıl diğer "vahşi" sporlardan farklı olduğu, bir nehrin akışı gibi rahat ve doğal hareket etmek gerektiği hakkında uzun ve sıkıcı bir martavallar serisi peşisıra gelecektir. Bütün bu "nerd" havası yetmezmiş gibi Aikido kendi içinde bir kılıç disiplini de barındırır ki hem dövüş sporu yapıyorum hem kılıç kullanıyorum kasışı için idealdir.

Kişisel Maceram: Üniversitenin ilk yılında gittiğim gençlik kampında hasbelkader aldığım 5 derste öğrendiklerimi sabah en sağlam karate kid ifademi takınıp denize karşı çalıştım. Aslında evrende kara delik yaratabilecek oranda "ezik" göründüğümü farkedişim ise iki yıl sonra Ankara North Shield'da bir doğum günü sırasında oldu. Sırf o günlerdeki görüntümden dolayı kendimi çok ciddi biçimde yaralamak istedim inanın bana.

Muay Thai: Açıkcası bu "spor" hakkında çok detaylı bilgiye sahip değilim. Uzakdoğunun nispeten daha uğursuz bir köşesinde 45 kiloluk çekik gözlü kas yığınları (evet 45 kiloluk kas yığını) tarafından enseme topuk indirilmesi suretiyle dövülmediğim için kendimi açıkcası şanslı hissediyorum. Fakat izlediğim\okuduğum kadarıyla yeryüzünde bir insana yumruk ve tekmeleriniz ile en fazla acıyı aktarabileceğiniz tekniklerden birisi olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Resimdeki Mirko "Crocop" Filipoviç adlı hayvan yavrusunu görmektesiniz. Kendi bacaklarını böyle açabildiğine bakmayın, Van Damme denen hanımevladı da aynısını yapabiliyor ama bu adam sizin de bacaklarınızı bu şekilde açabilir ki bir maçı sırasında 300 kiloluk ensesi tuğlalardan meydana gelen bir zenciyi tek yumrukla ağlatarak
nakavt ettiğini gördükten sonra siz de bu adamın izbeliğine saygı duyarsınız.

Artıları: Yeryüzünde izleyicisi en çok olan dövüş sporu etkinliklerinden K1, UFC ve diğerlerinde mutlaka ama mutlaka başa oynayanlar bu teknik "orijinli" olmaktadır. Remy Bonjasky, Crocop gibi yokedici herifler tarafından sopalanmış insanların çoğu maçlardan sonra hastanede gözlerini açmaktadır. Kısacası bu adamlar siz öyle bir döver ki doğmamış çocuklarınız efendi ve terbiyeli çıkar. Eğer ömrünüzü adayacak kadar kendinisi verirseniz dirsek ve dizleriniz ile cidden adam öldürebilirsiniz, eğer siz o arada ağzınıza giren bir topuk yüzünden hayatınızı sonuna kadar yemeklerinizi pipetle yemek zorunda kalmazsanız.

Eksileri: Açıkcası bu adamların hız ve vahşiliğini gördükten sonra olayın teknikle çok da alakası olmadığına inanmaya başladım. Sonuçta bacak kasları benim bacağım kadar olan adamların 5 metre öteden uçan diz atması ile Türk usulü kafa atması arasında çok fark göremiyorum. Dip not olarak ülkemizde gittikçe yaygınlaşan Wing Tsung da aynı soruna sahip. Neymiş efendim yerdeki adama 3 saniyede 318 yumruk atlabilirmiş. İyi de zaten yerde olan bir adama dilini kıvırıp "mına kodumun evladı" sesleri eşliğinde tekmeyle girmek gibi bir opsiyon varken ne gereği var? Birisini yere düşürebilecek birisiysem zaten gerisini bir şekilde ben hallederim, lütfen.

Kişisel Maceram: Şaka mı yapıyorsunuz? Ben karate yapamadım zırlak bir velet olduğum için buna hiç bulaşma ihtimalim yok, nokta.


Capoera: Tek bir film; iyi bile olmasına gerek yok b,r ülkede bu "sporun" popülerleşmesinden tek başına sorumluysa gerçekten oturup düşünmek lazım. Hepi topu Marc Dacascos'un "Only Strong Survive" isimli filminin Star Tv'de yayınlanması ile başladı sanırım. Bir anda ortalık parandeler atan ve beyaz bol şalvarımsı şeyler ile hepbir ağızdan "Bandaneva" şarkısını söyleyen kıllı yünlü adamlarla doldu. Brezilya kökenli bu spor için gülmeden söyleyebileceğim çok bir şey yok açıkcası ama devam edelim

Artıları: Şimdi benim gebeş bir arkadaşım var, İstanbulda bu işe kendini verdi bayadır. İki üç yıl oldu sanırım, bir sürü İspanyolca zırvalık anlattı ama dinlediğimi söyleyemem. Yine de bola tlamalı zıplamalı hareketli bir iş olduğundan "süper kas yapılıyor, yunucuklar hayran kalıyor" gibi bir iddia var (kızmayın bana be, onun sözleri). Tabi bir de "işte bedensel ve zihinsel disiplin" falan geveledi ama biz yemedik tabi. Kısacası "sporcu" kası denen zımbırtıları yapmak için iyiymiş, öyle diyorlar.

Eksileri: Eğer bir kere bile olsa Capoera gösterilerine denk geldiyseniz hareketlerin zarifliği ve akıcılığına dikkat etmişsinizidir. Ah, evet ne de güzel bir çift parande ve onu takip eden geniş bir tekme. Oh, şu yerden süpüren tekme ve onu takip eden ters yumruk! Aman tanrım, ne kadar etkileyici. Fakat o da nesi, yakanızdan tutup "ehamua kodumun bebesi" diye kafa atan taksici karşısında ters takla atamadınız mı? Neyse kısmet siz hastaneden çıkınca dümdüz bir zeminde aranızda ciddi bir mesafe varken müzik eşliğinde dövüşeceğiniz tinerciye artık...

Kişisel Maceram: Bahsi geçen filmde Marc Dacascos değil de kendisini yumurta topuklu racon ayakkabıları ile döven diğer capoeracıyı daha çok tutmaktayım onun haricinde direk pas geçiyorum bu acaip işi. Resmi ise google da "capoera" yazıp aratınca buldum, ironik bir şekilde gerekli mesajı verdiğini düşünüyorum.


Kendo : İşte son iki yıldır beni tanıma şanssızlığına düşen her insanın üst limiti olmaksızın en az bir kere duymuş olduğu kelime: Kendo. Açıkcası hayatta hiçbir şey "laf arasında" kendo yaptığımı "ağzımdan kaçırıp" insanların gözlerindeki o "o ne lan" bakışına "ya işte kılıcın yolu, böyle ne havaya benziyor ne buluta" gibi havalı cevaplar vermek kadar eğlenceli değil. Ah o az ve öz topluluğa ait olma duygusu yok mu, yemin ediyorum değişilmez. Hele Freko abim ve narin Gif hanım, ah onların çilesi biter mi? Her konuştuğumuzda "masumane" bir şekilde "ay ben kendoya gidicem, off canım da hiç istemiyor ama işte kılıcın yolu naparsın" diyişlerimden eminim sonsuz bir zevk alıyorlar (!?). Sonuçta ben sizin "average white guy into japanese swords because he thinks its cool" (türkçesi, kılıcın hastası samurayın ustasıyım) adamınız olduğumdan 2 yıldır bambu sopaları (hayır onun adı spoa değil, shinai efendim) salladığımdan fazla bu konuda konuşmuş olmalıyım bu yüzden sizi azlediyorum. Resimdeki amcamın surat ifadesine özellikle dikkat ederken kendocu bayanlara da "dikiz" diyorum.

Artıları: Arkadaşlar, dojoya gelen her Kenshin hayranına dediğim birkaç şeyi size de tekrarlamak istiyorum. Hayır gerçek kılıç kullanmıyoruz, hayır samuray değiliz ve hayır gerçek hayatta kılıç kullanmanızı sağlamıyoruz. Yani lanet olsun eğer bir tane daha hödük dojonun kapısından girip "ya abi iki antreman oldu hala aynı hareketleri yapıyoruz, ne zaman aksiyon başlicak" diye yakınmaya başlarsa yemin ediyorum kelleler uçmaya başlayacak! Konuyla ilgili olarak başka bir şerefsize de burdan saydırmak istiyorum. Arkadaşlar, alçağın birisi yıllar önce Ankara meclis parkında yolu "punklar" tarafında kesilip kendisine sustalı gösterilince trençkotunun cebinden katanasını çıkaran adamın hikayesini uydurup piyasaya salmış. Hangi şerefsiz bilmiyorum ama bu hikayeyi en az on kere farklı insanlardan duydum. Bakın, öncelikle Türkiye "random encounter" tablosunda "punk soyguncu" diye bir entry yok. Burası İngiltere değil. Ha tinercisi var, elinde elektirikli testeresiyle "gardaş bilmemnereden geldik memlekete dönemiyoruz bir çorba parası" herifleri var ama "hey dostum Manic street preachers plağı cidden çok pahalı biliyormusun, uçlar yeşilleri" diyen bir mohawk saçlı zibidi yok.


Hah neydi, artıları. İşte disiplin, ruh falan inanıyorsanız ne ala yok sırf şeklindeyseniz işin hayal kırıklığına hazırlıklı olun. Aylarca aynı hareketi binlerce kez yapıp aslında bir o kadar daha çalışmanız gerektiğini farkedip bir köşede sessizce ağlayabilirsiniz en fazla.

Eksileri: Bilmiyorum, belki ben şanslıydım dünyadaki en nefis insanlardan birisi Sensei'imdi ve benim gibi uyumsuz bir sosyopat piçkurusuna bile sabretmeyi, çalışmayı ve "dinginliği" öğretebildi. Elbette her seferinde kendo nedir ne değildir açıklaması yapmak zorunda kalmak insanı tahriş etmeye başlasa da sanırım her sporda bu tür şeyler mevcut. Bir de çok hain bir spor, iki hafta uğramayın gelecek iki ayı dağlara taşlara vurarak geçireceğiniz garanti hele ben,im gibi 23 yaşından sonra heves ettiyseniz.

Kişisel maceram: İki yıldır bir iki ara haricinde gayet düzenli bir şekilde devam etmekteyim. Açıkcası ben iki yıl "loser" bile kalamayacak kadar maymuş iştahlı olduğumdan nasıl oldu cidden bilmiyorum ama ömrüm elverdikçe bu sporu yapacak gibiyim. Eğleniyormuyum: evet. Gerisi fasa fiso sanırım. Ayrıca sizi ilk defa tanıyan insanlara anlatacak bir şeyiniz oluyor, fena mı?


İşte bu kadar sevgili dostlar. Hep gay komşu hep çizgi film de bir yere kadar değil mi...

2 yorum:

  1. ilk komenti ben olayım istedim bu uzun postun..

    yazının ana fikrinde de görüleceği üzere, bizim memlekete ters olaylar silsilesidir bu uzak doğu işleri.. en muai thaicisinin bile ense köküne taşı indirdinmi oturmaktadır yere, ağlaya ağlaya gitmektedir köyünün yağmurlarına doğru..

    evet, biz de zamanında nasiplendik bu uzak işlerden, lakin listede anılamayacak derece yüksek felsefe sahibi judo öğretisine baba zoruyla gönül verdik, beyazın bi kaç ton koyusu kuşaklarda boynu incitip "sterim böyle işi" serzenişiyle noktayı koyduk; neymiş, o öbür kuşağa geçebilmek için namık (ekin) hoca kolumdan çekip savuranda 32 parende atıp hiçbişi yokmuş gibi öbür köşeye dikelip bekleyen yarmayı silkeleyecekmişim.."oooldu gözlerim doldu" özlü sözü o tarihlerde icat edilmediğinden diyemedim, o ibiş kılığın kolundan çekilmemle üçüncü parendeyi direk kafa üstünden atma çalışmam fizik kuralları karşısında yersiz sayıldı ve ilahi güç benim de "arkadaşım iki dakka bakarmısın"cıların arasında yer almamı sağladı..

    bi hatırlatan olursa, biz de bi ara yakın doğu sanatlarını ele alalım, nice enteresan modellerde ne dayaklar yedik paylaşalım..

    YanıtlaSil
  2. Bruce Lee ve Van Damme filmleri izleyerek sporla bütünleşmiş ve kıvrım kıvrım adele olmuş vucudumla söyleyebilirim ki ; kim ki 80 lere yakın tarihte yaşamış ,doğmuş büyümüşse , o er kişi bilin ki "karete do" yu defterine yazmış , "ağbi sen kara kuşak mısın?" sorusunu sormuştur.

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.