05 Ekim 2006

Türk eğitim öğretim sisteminde dayağın yeri ve önemi vol.1

Tam da neşeli karakterimi sırtlanıp eşsiz sırıtmamı yüzüme geçirerek, tahinpekmez ortamlarına akayım hacı diye düşünerekten açmıştım ki bilgisayarımı, çok yaşasın Deccal kişisinin ilk ve orta öğretim hayatının kanayan yarasına parmak basan yazısına denk geldim, tutamadım kendimi, saldırdım klavyeye..

Öylesine kanıksamışız ki bu "hoca dayağı" konseptini, ortaokul 1 örencisinin yüzünde patlayan tokat ilgimizi cezbetmez olmuş.. Bu durum, toplumca kafayı yediğimizin emaresi değildir de nedir?? Ben bunu sorgularım arkadaş!! Ben Alparslan'ın torunuyum!!

Burada böyle esip gürlediğime bakmayın, muhtemelen tahinpekmez müdavimleri içinde en çok "hoca dayağı" uygulamasına maruz kalan birey benim.. Ha tabii, şimdiki aklım olsa "hocaa!! indir o elini!!" diye Yusuf Miroğlu havalarında artislik yapardım.. Heyhaat, ebeveynleri tarafından "eti senin kemiği benim" denilerekten eğitim öğretim neferlerinin şefkatli kollarına teslim edilen sübyan nerden bilsin hakkını aramayı..

Olayın, velisinden öğrencisine, eğitimcisinden idarecisine, pek çok yönü var kanaatindeyim..

"Hocanın vurduğu yerde gül biter" öğretisiylen uyuşturulmuş beyinler, elbette ki bu rezil uygulamayı sorgulamayacak, bildiğini okumaya devam edecektir.. Zira "hoca" nedir? Kutsal bir kimsedir, bir harf öğretene kırk yıl köle olmak derecesinde bilgiye (güya) aç bir toplumun başının tacıdır, öyle değil mi?? Çok afedersiniz "NAH" öyle.. Hoca dediğin, senden benden tek farkı aldığı formasyon eğitimi olan kişidir.. Maalesef bilgi cehaleti almaklan beraber eşşekliğe karşı etkisiz kaldığı için, sinir hastası yine sinir hastası, psikopat yine psikopat.. Ancak velinin gözünde ululardan bir ulu, ne yaparsa doğruyu yapan bir üst insan.. Üstelik, açık bir iki yüzlülükle belirtildiği üzere köprüyü geçinceye kadar "dayı" demek durumunda olduğumuz bir kimse.. Velakin, bir nesil böyle pısırık, böyle içine kapanık yetiştirildi canlar!! İşte ben ki bu zavallı neslin önde giden, bayrak taşıyan cinsinden temsilcisi olarak, hep gıptayla baktım müdürün odasına hışımla dalıp "ben dövmüyorum kendi çocuğumu, siz kim oluyorsunuz!!" diye çıkışan veliye.. Maalesef bu kişi hiç bir zaman benim velim olmadı ama olsun, müdür beyin o iki büklüm "aman efendim, bi yanlış anlama olmuş" tavırları bir nebze hafifletti acımı..

Neyse, çok dertliyim, çok doluyum, bu mevzu hakkında sayfalarca yazabilirim ancak şu an Allah inandırsın kelimeleri falan sıraya koyamıyom, sinirlendim yine durduk yerde.. Yazının başlığına "vol.1" ibaresi koydum ben de, "bu şarkı burda bitmez" hesaabı.. Geri gelecem, kaldığım yerden devam edecem..

1 yorum:

  1. demek dayak hakkında ver 1.0 denmiş, 1.1 güncellemesini yapmak bizatihi bana düşer..

    şimdi hep birlikte kafamızda canlandıralım:

    ilkokul birinci sınıf ortamı.. ilk hafta gelen örtmen o hafta emekli olması sebebiyle gitmiş, yerine müdire hanım vekalet etmiş lakin kendisi de zaten ölmüş fakat farkında olmamış olduğu için ders mers hakgötürmüş, okuldu fasulyeydi fişti iplememeye teşne veletler her dakikayı oynayarak, şakalaşarak, kavga ederek geçirmektedirler..

    ikinci haftanın ortalarında, "büyük teneffüs" tabir edilen ve takribi 45 dakika süresince çılgın atılmasını sağlayan arada, o günün yağmurlu olması sebebiyle bahçeye salınmayan veletler okul koridorlarında eğleşmektedirler..

    orta yaşın üzerinde bir kadın henüz ne freko ne başka bişi olmak aklının ucundan dahi geçmeyen, sarı saçlı, mavi gözlü, dünyalar güzeli çocuğa -ben çocukken çok güzelmişim sonradan bozulmuşum ekolüne selam ettim- eğilerek, "yavrucuğum, 1 b sınıfı neresi" diye sorar, cevabını altın çocuğun -eheheh- sağ el işaret parmağının gösterdiği yönde bulur, teşekkür eder ve gözden kaybolur..

    teneffüs bittiğinde, teneffüs ortamı sınıfa taşınmış, isimlerinin önüne diğer adaşlarına oranla iri olmalarından ötürü "büyük" sıfatı eklenen iki süper genç bünye, hızlarını alamamış bir şekilde, teneffüs boyunca süren kavgalarına sınıfta devam etmektedirler.. yuvarlanma esnasında, golden boy -elma değil- o zaman aralığında bir şekilde alta gelmiş bir şekildeyken -sadece bir an, yuvarlanıoz olm aklınıza bişi gelmesin- elemanın koltuk altından demin kendisine 1 b sınıfını soran kadının sınıftan içeri girdiğini, duvara asılı two handed metrelik dmo işi tahta cetveli alarak lord of the ringsteki hayalet krallardan biriymişcesine bir an odin'e uzatıp icazeti aldığını ve müteakiben önünde yuvarlanmakta olan -ona göre- iki zibidiye allah ne verdiyse giriştiğini gözü kararmadan az önce görür..

    işte o gün, ilköğretim yılları boyunca eksiksiz hergün yenecek dayağın müjdelendiği gün olarak tarihe geçer.. et de, kemik de pek sevgili nimet örtmene emanet edilmiştir bi kere, dönüşü yoktur..

    evet sevgili tahinpekmezciler, bugün bir yere gelmişsek, geçmişimizde nice acılar taşımışız da böyle olmuşuz.. hiçbirşey gökten zembille inmez, herşeyin karşılığı kanla, gözyaşıyla, terle, emekle ödenir.. "kapı gibi adamsın", "abi bi baktın herifler tüydü" gibi sonuçları olan kaplan gözlerini şikagoda leş boks kulüplerinde değil, allahın devlet ilkokulunda, hem de kadın örtmenden almış bir bünyenin satırlarıdır bunlar; sonra bi de "abi sen kadınlara niye böyle davranıyosun" diyorlar:)

    son bir eklenti yapayım:

    aranızdan kaç kişi, anne/babası örtmen olanlar hariç, yaz tatilinde bizzat kendi yazlığında anasının / ananesinin / dedesinin gözleri önünde örtmen dayağı yemiş ve kesinlikle elinden alınmamıştır, sorarım.. bir kişi çıksın gelsin, tahinpekmez'in altın anahtarını vermezsem şerefsizim.. veririm, çünkü benimle aynı yoldan geçmiş bir şahıstan en azından bana zarar gelmeyecektir:)

    tatilde yenen dayağı da bir başka komente bırakalım diyor, saygılarımı sunuyorum:)

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.