24 Ağustos 2006

gece ve müzik..

yamuluyorsam düzeltin, ama trt radyolarında sebla özveren ve ekibinin hazırladığı bir programdı bu, bizi bizden alır, bildiğimiz bilmediğimiz nice sanatçının envai çeşit eserini enteresan bir kompozisyonla saatler boyu belleğe kitler, uykumuzdan feragat etsek de müzik kültürümüzün kısıtlı akarsularından biri olarak ertesi güne yepyeni tadlar almış bir birey olarak başlamamızı sağlardı..

lakin, uzun yıllardır, en azından mp3 icad olalı beri, gece ve müzik deyince freko biraderinizin konudan anladığı, aynı şarkıyı repeate alıp saatlerce allah ne verdiyse dinlemekten ibarettir.. ekseriyetle gecenin bir yarısı hüzün çöker bedene, sigaralar arası çakmak / kibrit aranmaz, takribi 5000 eser arasından şafıl modda forward tuşu çok çalışır ve o haleti ruhiyeye en cuk oturan, en tailor made eser ile çoğunlukla günün ilk ışıklarına kavuşulur, iki saat uyunur da işe gidilir falan.. bu eser bazen manowar'dan today is a good day to die olur, bazen müslüm baba'dan usta olur, bir bakmışsın hey you olur, hatta is there anybody out there olur, ace of base'den wheel of fortune bile olmuşluğu vardır, bilemeyiz neyin tam uyacağını..

aha bu gece de jujuman enişte kıyağı pet shop boys - rent'in enstrümental versiyonu denk geldi, an itibariyle 18. tura girmiş, bu yazı ve devrisinde daha nice çalacağı belirsiz bir adette ve eskime kaygısı olmaksızın dönüyor da dönüyor.. sözleri aklıma geldiğince eşlik ediyorum, ucubik klibi gözlerimin önünde, ve daha bir sürü düşünceler akıp gidiyor kulak burun boğaz nahiyesinde..

i love you, you pay my rent..

bu kadar basite mi indi hayat, ilişkiler, herbişeyler? insan evladı karşısındaki ile olan ilişkisini maddi çıkarları doğrultusunda şekillendiriyor, çıkar bitti mi eject oluyor hayattan, kaldı ki eject'in türkçe meali de çıkar't oluyor, ne de güzel uyuyor konuya.. çıkar derken, ya da maddi derken tam diyemedim belki: bu sadece bir ödeme olmayabilir, sadece iyi de hissettiriyor olabilir kendimizi, o sene üzerimizden çıkarmadığımız kazak misali; ama yıllardır hurçta duruyor artık, ne giyesin geliyor ne de kimseye vermeye kıyabiliyorsun..
ilişkiler de buna benziyor çoğunlukla, sadece kadın erkek değil, iş ilişkisi, arkadaş ilişkisi, hepsi böyle.. bir dönem acayip gülmüşün eğlenmişin adamla / madamla, veyahut her allahın günü işte / okulda omuz omuza kimi güçlüklerin üstesinden gelmişsin; ama bir şekilde aradaki katalizör ortadan kalkmış, ve herkes kendi yolunda devam etmiş.. bazen bayramda seyranda akla gelmiş bir mesaj atmışsın, ya da en olmadık bir ortak nokta karşına çıkıvermiş de samimiyetin verdiği güvenle gecenin üçünde arayıvermişsin, ama hepsi bu işte, ertesi gün gene aklına gelmez o insan.. erkekler açısından bunun en acı örneği, belki aylarca her ama her gün gördüğün, birlikte acayip şişirilmiş bir boşluğun havasını almak için canla başla çalıştığın, birlikte geçen her anını saniyesi saniyesine hatırladığın asker arkadaşlarıdır.. vatani görev biter, herkes yurdun bir yanına dağılır, ve o ölümüne kankalık, gene bahsi geçen smslerde, yolda kelalaka karşılaşmalarda, "lan olm bak aramazsan topsun"larda kalır, dağılır gider metazori ayrılık içtimaları..

but look at my hopes, look at my dreams, the currency we've spent, i love you, you pay my rent..

laf açılalı dört tur daha dönmüş parça, ve bizim akıl hangi viyadüklerden ne u'lar dönüyor, nerelere sapıyor, laf lafı açıyor, ve fakat bir türlü kapanmayanlarından ötürü cereyan yapıyor, iki laf arasında kalan kafayı üşütüyor, fizik kuralları geyikte de işliyor evelallah..

bir de insan ilişkilerinin belirleyici bir tarafı daha var ki, o da sınıflama, sınıflanma, bok püsür olayı.. insanın hayatında ailesi, arkadaşları, tanıdıkları, tanıyacakları ve belki hiç görmeyecekleri bir çevre var ve bunların bir kısmı default, bazısı çoktan seçmeli, bir çoğu true / false tadında, doğru insan(lar)ı bulasıya bir de bakıyorsun yaş olmuş 45, belki 50, ama hâlâ da doğru insanlarla olduğun ne belli..

aileyi seçemiyorsun, doğar doğmaz kitliyorlar, artık bahtına ne çıkarsa.. arkadaşları seçmek elinde gözükse de çevre şartlarınla kısıtlı: çocuklukta belli bir mahallede, öğrencilikte okul ve civarında, sonrasında iş ve çevresinde bir kitle oluşuyor.. gidip de cibutiden dostlar edinip çılgın atamıyorsun kolay kolay.. bu konuda örnek alınmaması gereken insanlardan biri de ben olabilirim, geneli konuşuyorum.. de ki kırdın zincirini, cibutiden amasyaya kadar bir spektrumda yaşayan dostlar edindin; bu sefer de bu insanların dost kalmasını sağlamak önem arzediyor, çünkü hepsiyle her an birarada olamıyorsun, oldukça da "ya işte şöyle oldu böyle oldu"larla kısıtlı zaman buhar olup uçuyor, yeni birşey eklenemiyor..
bir de sevgililik boku var misal.. eskiden ne güzelmiş, vakti gelince anan baban sana uygun birini buluyor, küt gidiveriyosun kaderinin kısmetinin yuvarladığı yere doğru.. şimdi öyle mi? "kimmiş lan beni yönlendirecek" efelenmesiyle arkana baktığında birçok hata, kimi senin kimi onların, ama sonuçta hata işte, bir yaşayan ölüler şehitliği şeklinde, kırk yılda bir karşılaştıkça çoğundan gözlerini kaçırıyor, pek azına selam veriyor, nadiren oturup muhabbet ediyorsun bu sınıf insan kitlesiyle..

bir de efem, şöyle bir durum var: karşı cinsten bir insan, bir süredir hayatında oluyor, ve o insan sen ve tüm toplum için hadise öyle başladığından ötürü, senin "arkadaşın".. ve fakat ortada belki aylar, belki yıllardır adı konulamamış, söylenmeye çekinilmiş, samimiyete ibnelik olmasın kabilinden çomaklanmamış bir elektrik var; ve sen sırf "ulan millet ne der" ya da "yau şimdi bunun bilmemnesine ayıp olmasın" dangalaklıklarından görmezden geliyorsun voltu, amperi.. iki ucundan tutsanız uçak motoru çevirecek, köprüyü aydınlatacak enerji var ortamda, ve boşa akıtıveriyosun binlerce wattı toplumsal görünmez baskının "ne der"cileri yüzünden.. sonuç, gereksiz hüsran, içine atma, içine akıtma, ve bunların içte kuruması nedeniyle daha zor kırılabilir duvarlar, kaleler, burçlar.. "tear down the wall" ama, hadi buyur, sıkıyosa..

işte bir güzide postun daha sonuna geliyoruz istemeden, çünkü imam efendi minareden işaret ediyor, imana davet ediyor.. evet, iman ediyorum, kendi gücüme, aklıma, toplumun yargılarına kulak asmamaya.. birçok boş işlerle hayat tüketilmiş olabilir belki, ama hala son nefes çıkmadı ağızdan..

ne diyor abiler şarkının sonunda:

it's easy, it's so easy..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.