22 Eylül 2006

romeo & juliet

gelmiş geçmiş en naif dire straits şarkısı.. her dinlendiğinde tatlı tatlı sızlayan yerleri küçük kokteyl mızraklarıyla ittiren, hafiften kanatan eser.. sakin sakin başlar ve bir anda hafif bir atakla kendinden geçer davulcu, solist bu gaza gelmez, sakin sakin devam eder.. sanki "evet aşığım ama karizmayı çizdirmem, kuulluğun doruğunda bir kimseyim" dercesine, on parmak gitarını çalsa bile ağırdan satar..

bununla kalsa iyi, şarkı biter şafıl şak diye peşine cengiz kurdoğlu'ndan liselim koyar tam olur, "birlikte yazmıştık kaderimizi, ilk aşkım, sevgilim, liselim benim" der abi, artık o mu der, yoksa sen kendin şafıl olmuşsundur da ses kolonlardan geliyor diye kendini mi kandırmaktasındır, işte orası muammadır..

sen bu cümleyi kurasıya şarkı değişir, rahmetli falco babamız jeanny okumaya başlar hüzzam makamından, "cina kom, kamon, şteauf bitte" der, gelir yanına oturur cina abla da almancayı hala niye öğrenmedim diye dövünürsün.. e öyle ya, falco var, ramştayn var, yıllardır işkembeden ata ata eşlik etmeye kastığın, oda, odayanzzz!

peşine bir anda başka bir rahmetli, freddie mercury pirimiz takılıverir, öğreti şarkısı you don't fool me ile zihnimizi açar, hadi canım dedirtir kralına, geç bunları, anam babam modelinin anglosaksonu gibidir, uyandırır adamı..

kısacık anathemadan cover model goodbye cruel world geliverir peşi sıra, pek de güzeldir, ne de güzel olur gün gelip müslüm baba da söylese şunu, o güzel ağzını milim açmadan "gudbaaaaay kruıl wörld, am livin yu tudey, gudbaaay, gudbaaay, gudbay" deyiverse, hatta rabbim ona verdiğinden az verdiyse nefesi, naaşımız defnedilirken gelse, hocam talkını vermezden önce bi tur geçse, of bee..

ve tabi o naaşın ol camiden defin mekanına giderken ne çalacağını düşünürken gene şafıl imdada yetişir, eric adams abimiz bağırıverir "from a battle i've come, to a battle i ride, placing up to the sky, chains of faith hold the fire we stride, i'll see you again when i die!" şeklinde the crown and the ring'in ilk kıtasını.. o değil de, herkese tavsiye ediyorum, philips 430 2 + 1 kolon olayını, müziğin içine giriyor insan, bu satırlardan kütürkütür kardeşime teşekkürü bir borç biliyor, kel aklına uymamamı sağladığı için şükrediyorum..

tam kendimize geldik sanıyoruz, keti garbi giriyor ceza sahasına, güzel bir vücut çalımıyla asıveriyor ağlarımıza en orijinal versiyon esena mono'yu, durum kaç sıfır oldu unuttum artık.. bu vesileyle de bu canım şarkının disko versiyonunu yaparak bokunu çıkaran zihniyete tekrar saydırıyorum..

ramazana az kaldı ya, rahmetliler birer birer fatiha mı istiyor nedir, bu sefer de cem karaca atlıyor üst satıra, "gecenin nemi mi düşmüş gözlerine, ne olur ıslak ıslak bakmaaa öyle, saçını dök sineme derdini söylee, yeter ki ıslak ıslak bakma öyle" diyor benim ağzımdan kimbilir nerelere.. hayır, istediği fatiha olsun, "sürerim buluttan tarlalaaarııııı, yağmurlar ekeriiim göğün göğsüne, güneşte demleriiim senin çayınıııı, yüreğimden süzeeeer öyle veririim" diye üzerime gelmenin bir alemi yok, lakin sağda dekor çay, solda kasa arkası aslan sütü, yarın arife, ramazan müslümanları son galopları yapıyor babacım, az kaldı, bir ay okuycaz zaten..

imdada jane birkin yetişiyor, amour des feintes vasıtasıyla gene loblardan babaya gönderme yapmamıza vesile oluyor, malum, baba belki daha cruel world söylemedi ama bunu cover eyledi, artakalan dedi, aklımızı aldı, cebimize koydu, bel nahiyesinden artık hem düşünür hem işer olduk sayesinde..

der demez, baba "çok andın beni gözüm, işte yettim" dercesine, "eğer seni kırdıysam darıl bana, ama birgün beni ararsan bak ruhuma, birden gecem tutarsa güneşi çevir bana, sevgilim bağışla biraz zor olsa da" diyiveriyor pek bir cover ağızlarla.. sanırsın rainbow bu şarkıyı hiç yapmamış, ya da yapmış da baba söylesin istemiş, bilememiş..

babalar resmi geçidi olur da şafıl öz babasını atlar mı hiç? aha nick mason pirimiz çana vurmaya başladı bile çekiciyle, rick wright gözüne gözüne klavyenin, ve destenin kupa papazı öz babam olsa bukadar severdim diyebileceğim adam söylemeye başlayıverdi.. çayır çimen dolaşıyor klavyenin üstünde, börtü böcek geliyor ellerimin üstüne, ama ateş böceği bunlar, uç uç böceği, terliksiz pabuçsuz kalmışlar da sanki duamızı almaya gelmişler, uçu uçuveriyolar birden, gene monitör, ben, ağızda sigara, tek gözde dumandan mütevellit, çift gözde neden aktığı belirsiz yaşlar, derin duman kürü ile yaşlanan cilt, oluşan porlar, ölen ciğerler, yanan gri hücreler.. vuruyor baba koca demirlere orada, gözümün önünden gitmiyor pulse, "lan iyi ki orada olmamışım, hakikaten ölmüştüm ya da zebil olmuştum gavur illerinde" diyorum belki yirmibininci defa ve kendimi çılgıncasına kandırarak, keşke orada olaydım da "thank you very much indeed" dediğinde en son, ben de son oksijeni karbonmonoksit olarak iade etme işlemini gerçekleştireydim.. "allah muhafaza" diyen sevgili dostum, düşün ki ne kattım dünyaya, ve dünya ne kaybederdi bir frekosuz, hiç, ikisinin de cevabı aynı.. babanın şu slayd gitarında kopan bir tek teli kadar faydam varmıdır insanlığa, sanmıyorum, haybeden yer kaplama, oksijen tüketme, yeme / içme / sıçma çemberinde -çember evet- geçen bir hayat.. biri beni kurtarsın artık high hopes bulutundan, yetiş ya şafıl, medet ya rab!

duamız kabul oluyor, fakat şafıl sanırsın gene kıl kapmış bir yerden şahsıma, hep böbreğe vuruyor; çekiyor pek sayın sting abimizden la belle dame sans regrets jokerini, kaş yapayım derken göz çıkarıyor.. "j'ecoute, tu parles, je ne comprends pas bien, la belle dame sans regrets", eyvallah.. fransızca bilmezliğimizi kafamıza vuruyor allahın anglosaksonu, sanki kendi şahane söylüyor, ama çok güzel çalıyor be abimiz, ne diyeyim, helal, sen de vur abi, ne kötülüğümüzü gördün şu yalnız cuma gecesinde..

aha nası yani, ilk defa hareketli bişi denk geldi derken, tabi bu deme takribi sıfır nokta iki salise sürüyor, çünkü içerden bir lob, "hop birader bu ebtg işi missing" diyor, olanca cuptıs todd terry miksine rağmen abla diyiveriyor ordan "and i miss you, like the deserts miss the rain" şeklinde, yarabbi şükür.. allahtan radio edit, çabuk biter sabrıyla beklerken,

al burdan yak, dave gahan abim harita metod kollarını göstere göstere "condemnation, trieeeed" diye bağırıveriyor östakinin ta içine, ve evet bir kez daha, bu kolonlar şahane ses veriyor, verdiğim parayı bir daha helal ediyorum allahın hollandalı dallamalarına, dallama mallama ama çalışıyor adamlar, bir hollandalı ekonomik olarak oniki türke bedel oluyor, hani bayrak, hani millet, hani osmanlıya ağlaşan gariban balıkçılar gibi düşüncelere garkoluyorum; gene de demin gelen high hopes bulutu yanında bunlar bünyede televole kalıyor çok şükür..

o ne? birden bire ibrahim abimiz "ben de bir insan oğluyum, bırak beni konuşayım, bir başım bir beynim vardır, bırak beni konuşayım, gine sana danışayım eyyy" diyor uzun hava modundan, cıngır cıngır elektro saz piç ediyor o astral girişi, ibo da üstüne "yaheliyahelihabibihabibi" şeklinde tüy dikiyor, olsun.. "senin dilin benim dilim, yakışmaz insana zulüm, insanım hayvan değilim, bırak beni konuşayım, gine sana danışayım eyyyy".. biri ibo abimize gine'nin bir ülke olduğunu, bizim o cümlede "yine" kullandığımızı anlatsa, sevaba girse, nerdee..

hah, rahmet istemeyen kim kalmıştı diyodum tam, şafıl yazdı köşeye, barış manço.. "sen gelince bahar gelir gülpembe, dereler seni çağlar, sevinirdik gülpembeee".. üzün lan beni, üzün, 35 senede bitmemişim bir gecede feriştahınız bitiremez ulan! "bizim iller sessiz, bizim iller sensiz, olamadık gülpembe.." nenesine yazmış adam bunu, biz nenemize değil böyle bişi, şanına yakışır bir kabristan bile yaptıramadık da, dedenin koynuna gömdük, hala adam sıfatıyla geziyoruz, anca böyle post köşelerinde kendimizle hesaplaşıp vicdan rahatlatıyoruz.. "güz yağmurlarıyla, bir gün göçtün gittin, inanamadık gülpembe.." lan aylardan eylül, güz yağmuru güldür güldür, istermisin kavuşalım akşama sabaha, şahane olur be..

"yeter ulan bu son!" teslimiyetiyle bakıyorum şafıl satırına, ha geldi, ha geliyor derken, "al lan sana son, hayvan herif" dercesine gerçeği koyuyor karşımıza, ve tüm bu satırların belki ilk baştaki sebebi dökülüveriyor aha üçüncü defa selam ettiğim philips kolonlarımdan, "gel aman aman yanıma kıyma bu yazık canıma, bir kara kaşın bir kara gözün değer dünya malına.."

ne diyor bâki,

avazeyi şu aleme dâvut gibi sal,
bâki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş..

selametle,

freko, teker teker gelseler hepsini yiyecek insan..

1 yorum:

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.