22 Ağustos 2006

donnie darko

istemsizce yatakta geçirdiğim şu acayip günler içinde seyretmekle kaybettiğim iki saat daha.. bu sırada spider solitaire oynayabilir, msnden muhabbet edebilir, kitap okuyabilir, ya da çeşitli gazlar çıkara çıkara uyuyabilirdim, ama yapmadım.. çünkü sevgili torunumuz somurcan'ın bir ricası var idi, "dedeciğim sağda solda kült demişler bu filme, bir de sen bişi desen" dediydi, mecbur kaldık bir yerde..
neymiş, kurguymuş, senaryoymuş, amanmış, en iyi ilk 3 - 5 - 15 - 250 film arasına girermişmiş, geçiniz..
arkadaşım, düşüneyim bulayım kendi kendimi bulandırayım istiyorsan, alacaksın eline herhangi bir kitap, okuyacaksın, bir yandan da hayal gücün filmini çekecek bambaşka atmosferler ve oyuncularla.. ben niye kasacakmışım elalemin amerikalısının kendi kendine ettiği hezeyanı göt kadar bilgisayar monitöründe?
ha, film tabi böyle seni senden alacak, o ekran dışında diğer yerleri göremez hale getirecek, bittiğinde kah osurtacak, kah "vay babayın kemiğine" dedirtecek, hatta rüyana girecek, devrisi vakitlerde olur olmaz yerlerde kelalaka objeler aklına getirecek, işte ben ozaman buna "helal olsun!" diyeceğim.. böyle bir helali ettiğim en son film "an eternal sunshine of a spotless mind" ve öncesinde de "requiem of a dream" olmuş idi (daha bi sürü var tabi).. puzzle ise puzzle, göndermeyse gönderme, felsefeyse felsefe.. hele ki ikincisi, bildiğin manyak etti, tüyleri diken etti, filmi seyretmezden önce yıllardır dinlemekte olduğum tema parçasını kabus etti, ve bunlar da totali 2 saati ya bulur ya bulmaz, yani sonlu filmlerdi.. ve hatta şahsım adına konuşayım, böyle filmler için mühim olan bir filmi ikinci üçüncü yüzellinci kere seyrettirmek değil ikinciyi seyretmeyi imkansız kılmaktır bir yönetmen için.. meşrubat mı ki bu alalım bir daha izleyelim beğendik diye? bir daha girmemizin görece imkansız olduğu bir yüksek ortamda sunulmuş bin yıllık bir şarap olsun bizim için, anılarda yaşasın, tadı damağımızdan gitmesin..
ha, filmin verdiği mesaj hiç mi olmadı, oldu tabi.. spoiler olur mu olmaz mı bilmem amma, şizofren kılıklı veletin psikiyatrda hipnoz altındayken ilk yaptığı olayın elini skine götürmesi, ergenlik çağındaki gençlerimize böyle hipnotizma cart curt olaylarına "işe iyice doymadan" girmemeleri yönünde bir sellektör olmuştur.. yurdum insanı açısından bu sellektör yediden yetmişe kadar yakılabilir, ve hatta viagra gibi ilaçların bakkalda bile bulunabilmesi ile o yetmiş baremini daha da yukarı çekebiliriz..
bir de, elemanın manita lisedeki bi hatunu hatırlattı bana, ama o araba altında kalmadıydı çok şükür, yaşandı bitti gayet saygılı bi şekilde, eğer bi şekilde buralara uğrarsa selam olsun kendisine, daha evlenmediyse mail atsın, beraber birer hamburger yeriz belki kızılkayalarda (fonda coşkun sabah - anılar)..
bu "ehh" film kaça malolmuş bilmiyorum amma, sanırım paranın %90dan fazlası telife gitmiştir, çünkü filmin tartışmaya mahal bırakmayan tek pozitif tarafı soundtrack'idir, yiğidi öldürüp cebinden çıkanı sezara vermeyi bir görev bilirim..
ha, "ayyy şöyle film, böyle film, beşyüz kere daha seyredeyim, dividisini edinmeyen toptur" diyenlere akıl fikir ve ergenlik sivilcesi giderme kremi tavsiye ediyorum, bir de bol bol okusunlar, çok okusunlar, daha da okusunlar..
freko, kitabın en iyi arkadaş olduğundan zerrece şüphesi olmayan adam..

1 yorum:

  1. hadi yaa, şerefsizim aklıma geldiydi amma, tabi bu filmde abla paso liseli dress code takıldığı için daha bi içime işledi haliyle..

    ya aslında düşündüm de, müzik de öyle süper başarı değil yani, nasıl desem, ver parayı telif için, ben sana bi soundtrack yaparım aklını alır eline veririm.. ama olay orda değil.. bak requiem for a dream soundtrack'te tek bir başka parça var mı? hemen hemen hepsi lux aeterna çeşitlemesi, alayı clint mansell imzalı.. soundtrack dediğin böyle olur be, heheyt! benzerleri de var tabi, misal the last of the mohicans, daha sayarım üstüme gelmeyin:)

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.