24 Mayıs 2006

Ekranların en "ağır" 10 abisi bölüm 5: Biter

Efendim her türlü sinsi müdahaleye rağmen başladığımız işi bitireceğiz dedik, bitirelim. Yalnız önceki müdahalenin iyi bir tarafı oldu zira Marlon Birando abimizi de Al Pacino ile listeye katmıştık fakat ne yazık ki aynı sırayla 2 ve 3 numero olaraktı. "Behey densiz bu ikisi değilse kimdir senin için en "ağır" abi?" diyenler için:

PS: Al Pacino arada harcanmıştır, niye diye sormayın.

1-Toshiro Mifune: Duyabiliyorum "kardeşim nasıl bir adamsın sen, on herif saydın altısını duymuşluğumuz yok görmüşlüğümüz de" dediğinizi, fakat endişeye mahal yok dostlar. Dedim ya bu liste tamamen kişisel beğeniler ve izlemeler üzerine kurulmuştur. Kabul edersiniz ki, kişisel derken "başkalarının ne düşündüğüne önem vermem" ses tonu, siyah pipo, boyunlu kazak ve fransız tarzı tepesi düğmeli bere de beraberinde gelmektedir. Yani efendim Marlon Brando, James Cagney, Kadir İnanır vs bunlar tartışmasız önemli, çok önemli sinema oyuncularıdır, ekran karizmaları dünyevi ölçü birimleri ile ölçülmez ama Mifune başka, bambaşkadır.

Hayat hikayesi ilginçliklerle dolu olan Mifune adının geçtiği yerlerde mutlaka çok daha büyük bir isim olan Akira Kurosawa'da geçer. Zira tarihte çok az örneğine rastlanan bir oyuncu-yönetmen ilişkisi söz konusudur. Mifune Kurosawa filmleri için yaratılmıştır, Kurosawa filmlerinden Mifune'li olanları başka türlü bile düşünmek istemezsiniz. Samuray filmleri hakkında uzun uzadıya bir şeyler yazmak isterdim fakat hem izlediklerimin sayısı yetersiz hem de okuduklarımın. Fakat bizzat kaynağından, yani o günleri görmüş olan değerli sensei'im Mitsunuri Matsumura'nın gitmeden önce verdiği "bushido" derslerinin birisinde samuray imgesinin İkinci Dünya savaşı sırasında nasıl politik propaganda amaçlı, daha sonra Amerikalıların işgali sırasında "sizleri kışkırtan bu feodal ağalık saçmalıklarıydı dostum, fuck you sneaky, yellow bastards" şeklinde ifade edilebilecek karşı propaganda ve işgali takip eden yirmi yıl içinde de nasıl bir kültür ihracı\sanatsal ifade tarzı haline geldiği gerçekten ilgi çekici ve hayranlık uyandırıcı bir şekilde öğrendim.

Kazdıkça Japon ulusunun bizim Yeniçeriler\Osmanlı ile yapamadığı hesaplaşmayı ve barışmayı gördüm. Kesin bir samuray gerçekliğini arayan da (bkz Kurosawa) işleri "hayt huyt" seviyesinde taşıyan da (bkz. modern japon filmleri) kendi fikrini beyan etme konusunda sonsuz bir serbestlik sahibi olmuştur. Günümüzde hala tek bir adam gibi "yeniçeriler" filmi yokken ortalık istemediğiniz kadar samuray filmi kaynamaktadır. Gerçi iki militer kastın birbirinden gün gibi aşikar farkları varken samuray filmleri gibi kişiselliğin ön planda olduğu şeyler üretilebilir mi meçhul ama konumuza dönelim en iyisi.

Herşey İkinci Dünya Savaşından sonra doğum yeri olan Mançurya Japon Kolonisinden ana kıtaya geçen ve burada işşizlikten kırılırken bir film setinde kameraman yardımcısı olmak için başvurmasıyla başlar. Kayıtları yapan adam, Mifuneyi yanlışlıkla aktör seçmeler için kullanılan stüdyoya gönderir. Gittiği yerde, eskiden fotoğrafçı olan Mifuneyi "arkadaşım gülüceksin" diye uğraştıran bir grup batılı görünüşlü adam karşılar. Sinirlenen Mifune yönetmenlere bağırmaya başlar, bu sırada yan sette çekimlerde olan Kurosawa olayı duyar ve izleyemeye gelir. En sonunda yönetmenler kendisinden sarhoş rolü yapmasını isterler, Mifune de ordu dağıtıldığından beri sürekli içtiği için zaten duruma çok yabancı değildir. Üçüncü filmi kendisini o anda izlemekte olan Kurosawa ile Yoidore Tenshi (Drunken Angel) filminde çalışır ve deyim yerindeyse olaylar gelişir. (konuya nasıl döndüm ama?)

Sonuç olarak Mifune başka bir aktörle iyi-kötü diye karşılaştıramayacağımız bir ekran "persona"sıdır. Tarihte kendisinden iyi bir Miyamato Musashi karakteri çizen insan evladı da henüz yoktur. Gerçek hayatta savaştan haz etmese de büyük savaşçıları(samuray olsun, Japon ordu generalleri polis müfettişleri vs olsun) oynamak onun kaderinde vardır.
Rashamon, Yojimbo, Throne of Blood ve Samurai Saga gibi Japonyanın efsane film şirketi Toho filmlerde boy gösterse de bütün dünya kendisini Kurosawa başyapıtı olan The Seven Samurai'den Kikuchiyo rolüyle tanır.

Seven Samurai demişken bir alt başlık açmaktan kendimi alamadım, sıkılan olabilir şimdiden özür dilerim. Günümüz çöplük filmleri yanında hala anlatımı, karakterleri ve sinemasal "hissiyle" hala parlamaktadır. Denir ki George Lucas yine bir Kurosawa-Mifune filmi olan The Hidden Fortress'ın Starwars filmlerinin gelişimine çok ön ayak olduğunu bizzat söylemiştir. Üstelik Kurosawa'nın Seven Samurai'de kullandığı "silinme" efekti dikkat ederseniz Lucac tarafından da kullanılmıştır. Kişisel olarak şunu düşünüyorum, Starwars serilerinin düştüğü durum Kurosawa sonrası Japon sinemasının yeniden chambara , yani kılıç dövüşü ağırlıklı filmlere yönelmesi ile aynıdır. Lucas, kendi yarattığı mitin üstüne günümüz standartları ile bir şeyler çekmeye çalışmış, ortaya da sadece ışın kılıçları ve jedi karizması üzerine izlenen üç adet aşırı heyecan yaratmış ses sistemi düşmanı film çıkmıştır.

Neyse, Mifuneye dönelim. İlla ben bu adamı hatırlayacağım diyenler için ülkemizde seksenlerde fırtına gibi esen Shogun dizisini son koz olarak oynuyorum. Evet kendisi bizzat dizideki shogun'u canlandıran; Toranaga-San adıyla ülkemizde bilinen kişidir. Mifune, belki daha önce bahsettiğim "lion face, lemon face" bir aktör değildir. Abartılı ve yapay bir oyunculuktan uzak, sanki feodal Japonyadan günümüze gelmiş bir performans sergiler. Sakalları, dağınık saçları genelde hep yıpranmış ve kirli olan hakama-ghi kombinasyonu ile izbedir, çok fena bir adamdır. Seven Samurai'de ise Kurosawa öyle bir ölüm sahnesi çeker ki kendisine, resmen köpek gibi yağmur altında can verir Kikiuchyo.

Samurai Saga serilerinde ise tüm zamanların en büyük savaşçılarından olan Miyamato Musashi'yi canlandırırken en az Kurosawa filmlerindeki drama rolleri kadar yerindedir, chambara diyip küçümsememek lazım o filmlerin de kendi havaları ve tadları vardır. Gerçi yine tekrarlıyorum, günümüz kinder bueno film izleyicileri için aksiyon sahneleri yetersiz, "efektler" pek iç açıcı gelmeyebilir. Ama kişisel olarak bu filmlerde beni çeken şeyin, herşeyin bir yeşil ekran ardında değil de gerçek mekanlar ya da üzerinde çok uğraşılmış setlerde gerçekleştiğini bilmektir. Oyuncular makyajla üç metre ya elli santimetreye üleştirilmez, ortada bir kılıç dövüşü sahnesi varsa hali hazırda aktörlerinin hepsi kendo,iaido, jo-do, judo, karate artık hangisi varsa bildiği için olabildiğince gerçeğe yakın gözükür. Halbuki episode 1'deki yeşiiliklerde yapılan savaş sırasında gerçekten orada olan tek şeyin çimenler olduğunu bilmek, filmdeki o yeşil ekran izlerine belirli belirsiz takılmak beni artık yormaktadır.

Kısacası Mifune, filmlerin film gibi olduğu dönemlerin oyuncu gibi oyuncusudur ve bu yazar için her daim zevkle izleyeceği bir sürü filmin yegane "ağır" abisidir...

Zahmet edip okuyan herkese teşekkürler. Umarım benim yazarken aldığım zevkin bir kısmı da sizlere yansımıştır. Şimdi düşündüm de kendi çapımda bir Kurosawa filmleri zirvesi mi ayarlasam? Olmaz değil, firakman abim sen ne dersin?

2 yorum:

  1. ben demiştim bu adama güven olmaz son dakika satar diye, gene sürpriz gelti tüm türkiye yattı arkadaş..

    ama, kurosawa filmleri zirvesi derken, yıllık izin ister o aktivite, bi günde / gecede bitecek iş değildir, ona göre örgütlenmek lazım:)

    YanıtlaSil
  2. Konseye isyan bayrağını çektim, şikeli bahisler kapansın dedim. Mücadelem sürecektir! :)

    YanıtlaSil

Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.